Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşma konusunda Rus ve Avrupalı liderler hepsi birbirine benziyor. Müslümanlık ve Türklük söz konusu olduğunda aralarındaki rekabeti unutup tek millet haline geliyorlar.
Osmanlı topraklarını paylaşma konusunu bir güzel oturup konuşuyorlar, anlaşıyorlar fakat İstanbul'un kime ait olacağı sorusunun cevabını bulamıyorlar. Yani İstanbul'u paylaşamıyorlar.
Paylaşma demişken, Lui Napolyon (Napolyon III.) anılmadan olmaz. Fransa’nın 1848-1870 dönemi. Napolyon III. Önce cumhurbaşkanı seçilir sonra kendisini imparator ilan ettirir ve bunu Osmanlı Devleti'nden başlamak üzere diğer devletlere kabul ettirmeye çalışır.
Eflak ve Buğdan'da, ayrı ayrı yönetim mi, birlikte yönetim mi, sorusu çerçevesinde seçimler yapılır. Bu iki memleket halkının anane ve gelenekleri farklı farklıydı. Buna dayanarak ayrı yönetim görüşünü savunanlar çoğunluğu sağlar. Ancak Napolyon III. Seçim sonuçlarını beğenmez. Çünkü kendileri sözde birleşik yönetim taraftarıdır. Fransa'dan başka Rusya, Prusya ve Piyemonte (İtalya) de seçim sonuçlarına itiraz ederler. Çünkü ileride tek devlet haline gelecek bölgenin imparatorluktan bütün halinde koparılması daha kolay olacaktır.
OSMANLI TOPRAKLARINI NASIL PAY EDİYOR?
Napolyon III, seçimlerin iptali konusunda Babıâli’ye baskı yapar. İngiltere'nin yardımını sağlamak için Wight adasında, Kraliçe Viktorya ile bir görüşme yapar. İmparator bu görüşmesinde, Türklerin barbar olduklarından bahseder, Avrupa'dan kovulmaları icap ettiğini ileri sürer. Daha sonra İngiltere'ye, Osmanlı İmparatorluğu'nun taksimini teklif eder. Planı aynen Napolyon Bonapart’ınki gibidir. İngiltere Mısır'ı alacak, Fransa da Fas, Sardunya ve Tunus'a yerleşecek. İmparator Napolyon III, Prens Albert ile mülâkatında da, Avrupa'nın ırklara göre düzenlenmesinden bahsederek, Danimarka'nın Cermenlerle İskandinavlar arasında taksiminden, Akdeniz'in Lâtinlere, Şarkın da Ruslara bırakılmasından söz açar. Napolyon III, tezatlarla dolu bu teklifleri ile İngilizlere 1853’te Osmanlı İmparatorluğunun taksimini teklif etmiş olan Rus Çarı Aleksandr'ı hatırlatmış oluyordu. (Bkz. Karal, a.g.e. Cilt, VI. Sayfa 54-57)
Ancak ne Kraliçe Viktorya, ne de kocası Prens Albert, Hindistan yolunun güvenliği ve daha başka hesaplarla, Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğü prensibinden ayrılmak istemiyorlardı. Bununla beraber, ayaklarına kadar gelen ve hülyalar içinde yüzen imparatoru büsbütün boş göndermek de istemezler. Seçimlerin yenilenmesi hususunda Fransa’yı, Babıâli nezdinde desteklemeyi vaad ederler. Uzayan tartışmalar ve müzakereler sonucunda seçimler yenilenir. Netice, 1848'den itibaren içişlerine burunlarını soktukları Eflâk-Buğdan'ı, müşterek bir voyvodanın idaresi altında idarî birlik altına sokarak, 1862'de Romanya Birliğini fiilen gerçekleştirmiş olurlar.
EFLÂK-BUĞDAN AVUSTURYA’NIN HAKKI
Napolyon III, Lâtin ırkına sempati duyan birisidir. Onlara bir şeyler yapmak düşüncesiyle, Eflâk ve Buğdan'ı ilhak etmesi için Avusturya'ya da teklif götürmüştür. Fransız ihtilalının yaydığı ırkçı-milliyet görüşlerinin de şampiyonudur. Fakat görüşlerinde samimi değildir çünkü bu görüşle perdelediği ancak gizleyemediği gerçek arzusu Belçika’yı ilhak etmektir.
Dost görünmesine rağmen Napolyon III. Türk düşmanıdır. Irkçı-milliyet düşüncesiyle Karadağ, Sırp, Yunan, Arnavut, Bulgar, Bosna-Hersek, Eflâk-Buğdan isyanlarının ve Suriye-Lübnan olaylarının arkasında yer almıştır. Fransa'nın menfaatine olarak, ırkçı-milliyet fikirlerinin yayılmasıyla isyanlar çıkmasını ve buralarda piyon devletler kurulmasını umuyordu. Keza, bu görüşlerin etkisiyle, toplum yapısı bakımından Osmanlı Devleti'ne benzeyen Rusya ve Avusturya içinde de kargaşa bekliyor, bu iki devletin Balkanlardaki nüfuzunu baltalamak için bu siyaseti faydalı görüyordu. Az yukarıda arz ettiğimiz gibi görüşlerinde samimi değildi.
Napolyon III., rahatlıkla bir o yana bir bu yana dönebilen bir adamdır. Rus nüfuzunun baltalanmasını istemesine rağmen, İngiltere kraliçesi ile mülâkatından sonra, Çar Alksandr ile de buluşmuş ve Balkanlarda Osmanlı Devleti aleyhine Fransa ile Rusya’nın daha sıkı bir işbirliği yapmalarını sağlamıştır.
FRANSIZ DÖNEKLİĞİ
Kırım harbinden sonra Paris kongresi toplanır. Fransa'nın, kongrede müttefiki İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha ziyade, savaşta yenilmiş olan Rusya'ya yöneldiği görülür:
“Napolyon III., Osmanlı İmparatorluğunun Fransa'dan çok İngiltere'ye eğildiğini görerek ve Avusturya ile Prusya'nın beraberce hareket etmelerinden gocunarak Rusya'yı okşamaya ve ona gelecekte bir Fransız-Rus andlaşmasının mümkün olduğunu duyurmaya gayret ediyordu. Kongre'nin başkanı Kont Walevski de imparatorunun düşüncesine ortak çıkarak, Rus üyelerinin sempatilerini kazanmak için onlara "savaş alanında kazanamadığınız şan ve şeref tacını siyaset alanında kazanacağınıza eminim" sözleriyle karşılamıştı. (Karal, a.g.e. V. Cilt, Sayfa 242).Ve daha pek çok olay.
Fransızlar, aynı amaçla Birinci Dünya Harbinde İngilizlerle beraber Çanakkale’ye saldırmışlardı. Çanakkale’yi geçemezler ancak Osmanlı mülkü üzerindeki emellerinden asla vazgeçmezler. Almanya’nın yenilmesi üzerine, Osmanlı devleti yenik ilan edilir. Harbin ardından Osmanlı Suriyesi’nin Filistin bölgesini İngilizler, bugünkü Suriye olarak bilinen bölüm ile Anadolu’muzun güney bölgelerini de Fransızlar işgal eder. Bugün İskenderun’da emanetlerimiz arasında bulunan Fransız Mezarlığı o yıllardan kalmadır.
FRANSA DÜNKÜ EMELLERİNDEN VAZGEÇTİ Mİ?
Değerli okurlarım! İncelememizde Fransa’ya ayırdığımız bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Fransa’nın dünya politikası açısından durumunu ve Osmanlı İmparatorluğuna bakışını, bu konudaki niyet, hedef ve bu hedefler için giriştiği teşebbüslere kısa notlar halinde temas etmeye çalıştık. Bu bölüme son noktayı koymadan önce, yukarıda geçen açıklamalar ışığında şu soruları yeniden sorma ihtiyacı duyuyoruz:
Fransa, acaba bugün de aynı amaçlarla mı Suriye’de yer almak istiyor? Papalığın Haçlı ordusuyla Niğbolu’ya niçin gelmişlerdi? Çanakkale’ye niçin saldırmışlardı? Günümüz Fransa'sı acaba, 1250'den bu yana Haçlı ruhuyla sürdürdüğü tarihî emellerinden, geçmişteki Akdeniz tasavvurlarından vazgeçti mi? Türkiye’den götürüldüğünü düşündüğümüz Fransız çimentosuyla inşa edilen ve Türkiye sınırlarına kadar uzanan PKK-YPG tünelleri hangi amaca hizmet ediyor? Teröristlerin saraylarda ağırlanmaları ne anlama geliyor?
Fransızlar, Yıldırım Beyazid’in, Sen Jan şövalyelerinin reisi Jan’ın hayatını bağışlayarak serbest bıraktığını; kralları Fransuva’nın, Alman imparatorunun esaretinden Kanunî eliyle kurtarıldığını; Fransız emtiasının, İngiltere ile imzalanan 1838 tarihli Serbest Ticaret Anlaşmasına kadar Osmanlı mülkünde rakipsiz olarak serbestçe dolaştığını acaba unuttular mı?
Değerli okurlarım, yukarıda saymaya çalıştığımız ve daha da çoğaltacağımız soruları havada bırakmamak adına önemle hatırlayalım ki, Haçlı Avrupa’nın öncelikli hedefi Türklerin haritadan silinmesini temin etmekti. Nihai hedefleri ise, yine Haçlı seferlerinin hedefi olan İslâm’ı yok etmekti. Olaylar gösteriyor ki, bütün barışçı girişimlerine rağmen Türkiye bu hedef önünde engel teşkil ediyor ve onun için de hedef ülke haline getiriliyor. (Gelecek hafta, Şu İngiltere)