Ramazan yazılarımın birincisinde hayat içinde hayatla birlikte Kur’an’ı anlamaya dikkat çekmiştim. Kur’an’ı anlamanın diğer bir önemli unsuru sünnet kavramına değinmek istiyorum.
Halk arasında nasıl bakarsanız öyle görürsünüz, diye güzel bir söz vardır. Bir objeye bakan iki insana ne gördüğünü sorsanız belki şekil olarak ikisi de ortak şeyleri söylerse de bakış açısına göre farklı yorum ve izahlar yapılacaktır. Müslümanlar Kur’an ve Sünneti merkeze alarak İslam düşüncesini geliştirdiler. Anacak Kur’an ve Sünnete bakış tarzına göre anlama ve anlamlandırma farklılıkları ortaya çıktı. Bu farklılıklar bazen de toplumsal sorunların çıkmasına neden oldu.
Biliyoruz ki, vahyin muhatabı insandır ve insanın hidayetidir. Onu insanlara ulaştıran da Allah tarafından Risalet göreviyle gönderilen Hz. Muhammed (as) dır. Vahyi alan ve insanlara tebliğ eden Peygamber, mesajı aynı zamanda ilk anlayan ve hayatına yansıtandır. Peygamberin fonksiyonu; postacı gibi kendisine gelen vahyi aktarmak olmamış, tebliğle birlikte, tebyin etmek, açıklamak ve örnekliği (sünneti) ile ilk nesil sahabe tarafından yaşanan bir hayat olmuş, adına İslâm dediğimiz din, insanlığa yeni bir medeniyet sunmuştur.
23 Yılda hayatın içinde peyderpey inzalle tamamlanan ilahi mesaj kitabımız Kur’an Kerim ve Hz. Peygamberin yaşayan sünneti Sahabe tarafından kendilerinden sonraki nesillere aktarılmıştır. Peygamber döneminde sorunları çözmek kolaydı. Çünkü sahabe bilmediği ve anlamadığı şeyi hemen Hz. Peygambere sorarak çözüyordu. Peygamber (sas) den sonra gelen nesiller sahabe ve tabiin öğrendikleri ve anladıkları ile yetindiler.
İslâm Düşüncesini Anlamlandırma ve Hakikati Arama Çabası
İslâm’ın fetihlerle genişlemesi ve yeryüzüne yayılması üzerine sorunların çoğalması ve yaygınlaşması, Müslümanların başka inanç ve kültürlerle yüzleşmesi, hayata dair sorunların çözümü için iki temel kaynak (Kur’an ve Sünnet) üzerinden anlama çabasına girmişlerdir. İslam düşüncesinin teşekkül ettiği hicri birinci, ikinci, hatta üçüncü asırlarda İslam âlimleri, bu anlama çabasıyla İslam düşüncesini anlamlandırmışlar, kavramsallaştırmışlar ve İslami ilimlerin teşekkülünü sağlamışlardır. Daha sonraki asırlarda ise İslâm âlimlerinin hikmet, İrfan, erdem, ahlak merkezli ‘Hakikat’i anlama çabasına yoğunlaştıkları görülür.
Son iki Asır
Bu tarihsel süreç içinde özellikle son iki asırda ise İslam dünyasının merkezini kaybetmesi, batı karşısında mağlubiyetle sonuçlanan ezikliği, parçalanmışlığı, sömürge hayatı, geri kalmışlık gibi sorunların üstesinden gelebilmek, yani muasır medeniyet seviyesine çıkabilmek için çözüm odaklı anlama arayışı içine girmişlerdir. Bu dönemde iki anlayış ortaya çıkmıştır. Biri 14 asırlık İslam geleneğini savunanlar, diğeri ise bu geleneği, bir ayak bağı, yük olarak gören ve bundan kurtulmak gerektiğini, ilk dört halifeden sonrasını yok sayan İslamcılardır. Bunlar Kur’an mesajına ideolojik yaklaşımla yorumlayan Siyasal İslamcı akımdır.
Bu ikinci grubun yaklaşımı; İslam dünyasının derdine dermen olmak bir yana; daha katı ideolojik bir Siyasal İslam anlayışını beslemiştir. Müslümanları kendi içinde çatıştıran, tekfirci yapıların doğmasına neden olmuştur. Bir yanda devlet ideolojisi haline gelen İran ŞİA’ sı, diğer yanda İbn-i Teymiye’nin görüşlerini devlet ideolojisine dönüştüren Abduulah ibn-i Vahhab’ın Arabistan’daki VAHHABİ siyasi yapısı, El kaide, İşid (DEAŞ) gibi Neo-Selefi akımların düşünce ve eylem alt yapısını oluşturmuştur.
Gelenek ise 14 Asırlık bir İslâm tecrübesinin bu güne yansıyan birikimidir. Bu tecrübe yaşanmış bir medeniyetin kazanımları ve bizim bir ayağımızı bastığımız sağlam zemindir. Pergel metaforunda ifade edildiği gibi bir ayağımızı bu zemine basarak, diğer ayağımızla dünyayı kuşatan bir daire içinde günümüz ihtiyaçlarına cevap veren düşünce ve çözümler üretilebilecek bir Medeniyet birikimi.
Vahiy ve Risalet
Kur’an ve Sünneti anlama merkezli İslâm düşünce serüvenini kısaca özetledikten sonra vahiy ve Risalet kavramları üzerinden yaklaşımı anlamakta yarar olduğu kanaatindeyim. Vahyin din olarak tamamlanması ve kemale ermesi 23 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Vahiy kendisine gönderildiği Arap toplumunu yeni bir hayata değişim ve dönüşümü sağlamak için, bu 23 yıllık süre içinde bazen bir kişiye, bazen bir soruya ve soruna, bazen bir olay ve olguya dokunuşlarla nazil olmuştur. Hz. Peygamber kendisine gelen vahyi ashabına tebliğ etmekle birlikte tebyin etmiş, yani vahyi açıklamış ve onu bizzat yaşayarak ashaba örnek olmuştur. Hz. Peygamber hem beşer hem de Resûldür. Beşer olarak Hz. Peygamber da hayatını sürdürmek için her insan gibi yer, içer, evlenir, uyur vs. Ancak Risalet görevi gereği vahyin anlaşılması ve hayata yansıtılması için yapıp ettikleri, açıklamaları, sözleri, dini hayatının Üsve-i Hasene dediğimiz örnekliği, yani sünneti bizzi ilgilendirmektedir.
Vahiy dindir. Değişmez olarak sapasağlam bize kadar gelmiş, kıyamete kadar da öyle kalacaktır. Onun koruyucusu Allah’tır. Sünnet ise vahyin hayata yansıtılmasında bize rehberlik yapan önemli bir kaynaktır. Bu nedenle Kur’an’ı anlama ve hayatın içinde yaşanır kılabilme çabamız, peygamberimizin Sireti ile birlikte okunduğu takdirde İslâm’ın amaçladığı Müslüman kimliğini bize kazandırır. Bu doğru bir Kur’an ve Peygamber tasavvuru ile de alakalıdır. Zira nasıl bakarsanız öyle görür anlamlandırırsınız.
Kur’an ve Sünnet ilişkisine Sorunlu Yaklaşım
Bazı çevreler Kur’an ve sünnet ilişkisine sorunlu yaklaşmaktadır. Bunun nedenleri; hadis ve sünnet kavramlarının birbirine karıştırılması, hadis metinlerinin H. 2. 3. Asırlarda, kaynaktan uzaklaştıktan sona derlenmiş olması, zayıf ve uydurma hadislerin varlığı gibi hadislere güvenirlik problemi olarak görülmektedir. Bu ve benzer sebeplerle hadislere güvenirlilik yönünden problemli yaklaşanlar ‘Kur’an bize yeter’ diye bir söylem geliştirmişlerdir.
Esasen Hadis ilmi, hadisleri metin ve rivayet zinciri itibariyle Sahih, mütevatir, meşhur, ahad, zayıf, uydurma vb. tasnife ve kritiğe tabi tutularak eleme yapmış, bunlarla ilgili köklü ilmi külliyat oluşmuştur. Hadis ehli kendi bakış açısını, Rey ehli de hadislere ve sünnete bakış açısını geliştirerek sorun asırlar öncesinden çözülmüş ve tarihsel gelenek oluşmuştur. Kafa karışıklığı modernizmin etkisinde parçaci, lafızcı ve düz mantıkla Kuran-ı anlama düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Kur’an ve Peygamber Tasavvurumuzu Doğru Zemine Oturtmalıyız
Sonuç olarak bu kadar geniş bir konuyu kısa bir köşe yazısı içinde tam olarak ortaya koyabilmek elbette kolay değildir. Önemine binaen dikkat çektiğimiz bu konunun, bilim adamı uzman kişilerin eserlerden daha derinlemesine yararlanmak gerektiğine inanıyoruz. Evde kaldığımız Ramazan günlerinde Kur’an ve Peygamber tasavvurumuzu vahiy ve risalet çerçevesinde geliştirerek, bu perspektiften bir anlayışı hayatımıza yansıtmalıyız.
Bu konuda pratik ve kolayca okunabilecek bir eser olarak, konunun uzmanı, değerli ilim adamı, ilahiyatçı Prof. Dr. Kadir Gürler hocanın kaleme aldığı, sade bir dil ile anlaşılır şekilde yazılan ve Anadolu Ay Yayınlarımız arasında çıkan “Hadis ve Sünnet Anlayışımız” isimli kitabı büyük bir zevkle okuyacağınız düşüncesiyle tavsiye ederim. Sağlık ve afiyet dualarımla, vesselam…
Ali AY
09.05.2020 Ankara