Çocukluğumuzda köyümüzün hatıp hoca lakabıyla andığımız bir imamımız vardı. Ramazan Bayramı hutbesine başlarken ‘Recep Şaban derken Ramazan da gelip geverdi’ diyerek hutbeye başlardı. Bu hüzünlü ifade benim dikkatimi çekerdi. Ramazan ayının sonlarına yaklaştığımız bu günlerde bunu hatırladım. Koronalı Ramazan ayını bu yıl farklı yaşadık. Cuma vakit, teravih namazlarını cemaatsiz evimizde eda ettik. Merkezi camilerden seçkin hocaların yanık yanık yankılanan ezanlarını, selâlarını kapının önüne çakarak derin bir iç acısıyla, bazen gözyaşlarımızla izledik. Namaza çağrıya evimizde eş ve çocuklarımızla huzura durarak eda edebildik evlerimizi mescit yaparak. Şükür ki, bu durum da evde başka bir güzellik oluşturdu.
Başka bir güzellik bu virüs olayından hayatımız için dersler çıkardık. Her gün aramızdan alıp götürdüğü binlerce yakınlarımız, dostlarımız, insanlarımız oldu. Allah onlara rahmet etsin. Hayatta kalanlarına sabırlar lütfetsin inşallah. Yani ölümü hatırladık. Seküler hayatın getirdiği rehavetle biraz sıradanlaşan ölümün, bize ne kadar yakın bir gerçek olduğunun farkına vardık bir ölçüde Ramazan mevsiminde. Ev hayatı içe dönmeyi, iç dünyamızla hesaplaşmayı sağladı. Allah için ne yapıp, yapamadığımızın muhasebesini yapma imkânı oldu.
Aslında ileriye doru akıp giden zamanın, sona doğru işleyen bir yönü de var. Her gün bir takvim yaprağı düşerek, hayatımızın geriye doğru tükenişinin daha belirgin farkına vardık belki. Yarın için ne hazırlayabildiğimizi anlamaya çalışarak, hayatımızın kalan kısmında kulluk bilinciyle yapmamız gerekenleri not aldık, yolculuğa hazırlanırken.
Geride kalan zaman, Rabbimizin insanoğluna sunduğu bir fırsat ve nimet, kadrini bilene. Unutmak, yanılmak, hata ve kusur işlemek, şeytana uymak, yoldan çıkmak da insana mahsus bir durum olduğunun farkındayız. Rabbimiz bizi, bizden iyi bildiği için, bizi sadede, kendimize getirecek, belli gün, hafta, ay, ya da yılda belli zamanları hidayetimiz için vesileler kılmıştır. İşte bu içinde mübarek geceleri de barındıran, Recep, Şaban ayları, Ramazana hazırlanmamıza, Ramazanda da onar günlük periyotlar halinde Rahmetiyle, Mağfiretiyle, Kadir Gecesiyle, Azaptan kurtuluş vesilesi zamanları nimet olarak bize sunmuştur.
Sonuna geldiğimiz Mübarek Ramazan ayı, Hatıp Hocanın yıllar evvel söylediği gibi adeta gelip geçiverdi. Kalan bu son birkaç günü de iyi değerlendirerek Bayrama bir ruh inkılabı ile arınmış olarak girmek lütfunu Cenab-ı Mevla hepimize nasip etsin inşallah.
Nasıl bir ruh inkılâbı?
Kendisine bakınca duruşuyla Allah’ı hatırlatan Müslüman, atasından, ana-babasından gördüğü ve duyduğuyla yetinmeyen, taklide dayalı bir iman ve sığ bir Müslümanlıktan öte, tahkiki bir imana sahip bir Müslüman. Yani Allah ve Rasulü’nün getirdiklerine tam bir teslimiyetle, hiç tereddüt etmeksizin inanan, sağlam bilgiye, tefekküre dayalı itikada sahip mümin. Hem Allah ile kendi arasında sağlam bir irtibat kurabilen, hem de imanın hayata yansıyan toplumsal yönüyle meyvesini veren ahlak ilişkisini kurabilmiş bir Müslüman. Doğru bir Allah ve Peygamber tasavvuru ile Ahlak-ı Kemal sahibi, yaşayışı ile imrenilen örnek insan.
İman, genelde insanın kendisiyle Allah arasında bir inanç olayı olarak algılanmaktadır. Hâlbuki İslam inanç sistemi, imanın toplumsal hayata yansıyan ahlak yönüyle doğrudan bir ilgisi vardır. Kur’an-ı Kerimde Yüce Allah müminlere hitap ederken; ‘iman’dan sonra ‘salih amel’ ile ahlaki tutuma vurgu yapmaktadır. Peygamberimiz efendimizin (sas) “güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğine” dikkat çekmesi, Risalet göreviyle güzel ahlakı tamamlamak arasında doğrudan bağ kurması, “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanının, ahlakı en güzel olanıdır”.(Ebu Davud,Sünen 16, Tirmizi iman 6) buyurduğu hadis-i şerifiyle; en iyi müminin, en iyi ahlaka sahip olan olduğunun belirtmesi, İmanın hayata tekabül eden ahlak tarafını göstermesi bakımından çok önemlidir. Bunun yanında; “Sen yüce bir ahlak üzeresin”. (Kalem, 68/4) Hz. Aişe, “Onun ahlakı Kur’an’dı”. (Müslim 139) “Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların salim olduğu kişidir”. (Buhari iman 4) “Mümin, İnsanların canlarına ve mallarına zarar vermeyeceğinden emin oldukları kişidir”. (Tirmizi iman 12) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi de sevmedikçe iman etmiş olamazsınız”.(Müslim, İman 93) “Hiç biriniz kendiniz için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olamaz”. (Buhari, İman 13) “Namaz insanı bütün kötülüklerden alıkoyar.” (Ankebut 45) “Kim iyilik yaptığında sevinç, Kötülük yaptığında da üzüntü duyabiliyorsa, artık o gerçekten mümindir” (Ahmed b.Hanbel Müsned.1,398) gibi ayet ve hadislerden daha birçok örnek vardır.
“Ahsen-i takvim” üzere yaratılan ve “Eşref-i Mahlûk” (İsra 70) diye nitelendirilen insan, dağların taşların kaldıramadığı “emanet” yükünü üzerine alarak sorumluluk sahibi olmuştur. (Ahzab,72-73,Haşr 21) İnsan, Tahkiki imana sahip olarak, salih amel ve güzel ahlakla, sorumlu bir varlık olarak, ahirette de yaptıklarının hesabını vereceğini, Cennet ve Cehennemi kazanacağını dikkate alarak, dünya-ahiret dengesini kurduğu bir hayat sürdürmelidir ki, böylece “Eşref-i Mahlûk” özelliği ile takvaya ulaşabilsin. Aksi takdirde bu dengeyi kuramaz, dünyanın azgın sularına hayatını kaptırırsa, yine Kur’an-ı Kerim’in “Esfela Safilin” diye nitelediği değeri düşük insanlar sınıfına dâhil olur. Dünyası da ahireti de berbat olur.
Akıl için yol birdir. O da Sırat-ı Müstakim üzere kalabilme iradesi ve kararlılığı ile ruh inkılabını gerçekleştirmiş olarak, hele şu virüs sonrası yenidünya düzeni içerisinde önümüze çıkacak çetin engelleri aşma başarısını gösterecek bir bilinci yakalamalıyız.
Hayırla sağlıklı günlere kavuşmak dileği ve duası ile tüm dostların Mübarek Ramazan Bayramını tebrik ederim. Vesselam.
Ali AY
Ankara 21.05.2020