Hayatımız bir ömre sığabilen fakat sayılamayacak kadar fazla olan irili ufaklı kararların eyleme dönüşen ve dönüşemeyenlerinin toplamından ibarettir. Kendini göstermek ve ispat etmek için mevki, rütbe, makam ve unvan sahibi olma, özlemi en fazla çekilen ve elde edilmesi için türlü yolların denendiği sosyal olgulardır. Bu aynı zamanda insanın üçte bir oranında zaafıdır. Zayıf tarafımızdır. Bu zaafımızı dikkatle ve şuurlu bir şekilde yöneterek kontrolümüz altında tutmamız gerekir. Hayatsal fonksiyonlarımızın hiç birinde başlangıç noktamız zaaflarımız olmamalıdır. Eğer olursa toplumlar, topluluklar, milletler ve nihayet bütün beşeriyet hangi seviye ve çapta olursa olsun yönetim sorumluluğumuz altına girdiğinde felaketimiz başlar ve bu bizim kıyametimiz olur. Uzak ve yakın tarihimizde böylesine trajik ve hazin hatıraların çokluğuna rağmen insanımız bu konuda çoğunlukla cüretkar davranır ve içinde barındırdığı heves daima güçlüdür. Bu heves her zaman ve her yerde çok ağır sorumluluklar ve yükler altına girmeye zorlar insanı. Belli saiklerin cazibesi-çekiciliği ile iradesini de kullanarak vebali ağır sorumlulukları kabullenen insan, iç dünyasında zaman zaman pişmanlıklar ve çelişkiler yaşar, ziyana uğradığını fark edince de üzülür ve mutsuz olur.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz; İnsanoğlunun güzel ahlakını tamamlamak için gönderildiğini buyurmaktadır. İnsanoğlunun varoluş gayesi; düzeltmek, ıslah etmek, ihya etmek, inşa etmek ve marufu emredip münkerden vazgeçirmek olması lazım gelir. Aynı zamanda “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi hitabının muhatabı da insandır. Bunlara inanarak ve kabullenerek uygulamak insani-islami sorumluluğumuzdur. Geçmişte bu zoru başaran ve kalbi mutmain olan, örnek ve rol model görebileceğimiz, tarihin yüz akı olmuş kutup insanlara, ashabı kiramdan bir iki örneğe bakalım. Biliyoruz ki şeytan insan nefsi ile ittifak ederek bu güzel yol üzerine pusu kurup insanoğlunun düşmesi için beklemektedir. Aklın yolu, güzel ahlaka aykırı ne varsa ondan uzak durmayı, hayatı anlamlı, verimli ve faydalı yaşamayı gerektirir.
Peygamberimiz s.a.v. Efendimizin ilk halifesine bakalım. Hz. Ebu Bekir (r.a.), bütün titizliğine ve hassasiyetine rağmen, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefat etmiş ancak defin henüz gerçekleşmeden, talip olmadığı halde ümmete baş olma sorumluluk ve görevini kucağında bulunca rivayet edilir ki, ilk yaptığı iş Allah'a şöyle dua etmek olmuştur. “Yarabbi sence malümdur ki gerek gizli gerek aşikare bir kere olsun Ümmete baş olmak aklımdan geçmedi. Şimdi ise beni seçtiler. Ya Rabb beni bu görevle baş başa yalnız bırakma. Bana yardım et ya Rabb”.
Ümmete baş olmanın, insanları yönetmeye talip olmanın ne derece ağır veballi bir yük ve sorumluluk olduğu örneğini Hz. Ömer (r.a.) da da görürüz. Halifeliğinin son anlarında oğlu Abdullah’ın kendisinden sonra halife olması teklifine karşı verdiği cevap ile Adaletin sembolü olan Hz. Ömer (r.a.), “Bir evden bir kurban yeter” diyerek teklifi geri çevirmiştir. Atalarımız “Sorumluluk Yükü Ölümden de Ağırdır” der. İnsanların, toplumların, milletlerin ve devletlerin sorumluluğunu üslenmek ne ağır bir yük ne ağır bir sorumluluk. Böyle bir yük ve sorumluluk altına, makam mevki şan şöhret çıkar uğruna girmeye çalışmak büyük bir gaflet ve cehalet değilse nedir. Hiçbir kulunu böyle bir yük ve sorumluluk ile yalnız ve kendisiyle başbaşa bırakma Allah’ım.
Malumdur ki bir milleti ideallerine ulaştırabilmek için onu sevk ve idare ederek yönetebilme bilim ve sanatına siyaset denir. Demokratik teamüllerde görev yetki ve sorumluluklarla donanımlı konumlara gelebilmenin yolu siyaset yoludur şüphesiz. Günümüz politikalarındaki hakim anlayışa göre ise, canı tenten atarcasına maslahata sevdalanıp ülke-millet-devlet yönetimini üstlenmek için (istisnalar bir yana) her yol mubah görülmektedir. ‘Makyavelizm’. Siyasetin, Kirlenmiş Siyaset diye nam salmasının baş sebebi bu olsa gerektir.
İnsanoğlu gerçekten pek acelecidir ve kendisini öz iradesiyle siyasetin kirli çarklarına atarak sonunda ağır görev ve sorumluluklarıyla baş başa yalnız kalmakta ve maddi-manevi ağır bedeller ödeyerek sahne-i siyaseti terk etmektedir. Allah'ın yardımından mahrum, sosyal ve toplumsal görev ve sorumluluğunun ağır yükü altında ezilen bu insan başarıdan, verimlilikten, işi doğru yapmaktan veya doğru iş yapmaktan uzaklara savrulmaktadır.
Yaşlı bir ninenin öğüdünü hep hatırlarım: “Oğlum sen doğru yürü, gayret Allah’dan” derdi. Sen dosdoğru olursan, beyinler, gönüller, idrakler, tercihler doğru-güzel ve iyi olursa, bunun bireysel ve sosyal hayattaki yansımaları da müspet olacak, her zaman ve her alanda doğru-düzgün-başarılı sonuçlar doğacaktır. Şuurla tutulan niyet hayır, akıbet te hayr olacaktır.
Akletmeyen gafletten kurtulmanın yollarını derinlemesine tefekkür etmeli, planlayarak projelendirmeli ve bunu sarsılmaz bir irade ile hayata geçirmeli, böylece yolun doğru olanına revan olmayı başarmalı insan ve biz hepimiz.
Hiç şüph yok doğrusunu Allah bilir.
Hüseyin AYAZ