Toplumların, barış ve huzur içinde birlikte yaşamaları için uzlaşarak kabul ettikleri ve herkesin uymakla mükellef olduğu kurallara o toplumun anayasası deriz. Malumdur ki yasalar içinde, yapılması ve değiştirilmesi en zor ve ağır şartlara bağlananı Anayasadır.
Hukukun Üstünlüğünün teminatı olması gereken Anayasanın milli mutabakatla yenilenip değiştirilmesi ve yürürlüğe girmesinin sağlanması zor bir süreçtir. Uzun süre milletin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte, gelecekteki muhtemel gelişme ve değişmelerin öngörüsü ışığında, huzurun ve barışın teminatı olacak yeni Anayasa yapmak, söylem olarak çok kolay ancak milli mutabakatı sağlayarak bunu yazmak, parlamentoda yüksek ittifakla kabul edip referanduma götürmek ve halkın onayını almak zordur.
Ülkemizde 70’li yıllardan 2007 yılına gelene kadar iktidarı ve muhalefeti ile bütün siyasi liderlerin, millet ve ülke yararına arzu ettikleri hizmetleri yapmalarının önündeki baş engellerinin mevcut anayasa ve sistem olduğunu söyleyip durduklarını hep hatırlarız. Yürürlükte daima vesayetçilerin yaptığı dar ve katı kalıpları ile Darbe Anayasaları vardı. Bunun için yeni bir düzen gelmeli ve anayasa mutlaka değiştirilmeliydi! O yıllarda; “Bu Düzen Değişmeli”, Adil Düzen, Vesayetçi Anayasa” vb. sloganlar, onlarca yıl boyunca iktidarı ve muhalefeti ile ortak bir söylem halini aldı. Sağı ile solu ile bu ortak söyleme millet de alıştı, ikna da olmuştu.
Bunun ilk tezahürünü, 2007 Cumhurbaşkanı seçiminde yaşanan 367 garabetinden sonra Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesini sağlayan, hızlı ve kısmi bir anayasa değişikliğinde gördük. Bu değişiklik, tepki ve öfke sonucu hızlı gerçekleştiği için yetersiz-eksik kaldı ve 2010 Anayasa Değişikliği ile fetö’nün öngörülemeyen ihanet hesaplarının aktif ve etkin dönemine kapılar açılmış oldu. Mit tırları ihaneti, Hakan Fidan’ın savcılığa çağrılması, 17-25 Aralık operasyonları ve nihayet Fetö’nün 15 Temmuz kanlı darbe kalkışması, ülkemizi olağanüstü yönetim dönemine geçmeye mecbur bıraktı. Sivil siyasetin olağanüstü yetkilerle donandığı bu dönem aynı zamanda yeni ve uzun ömürlü bir Anayasa yapma imkanına kapıları aralamış oldu.
Anayasası ile en çok uğraşan, onu gündeminden düşürmeden yamalı bohçaya çeviren bir millet olarak en son 2017’de ‘işte köklü çözüm’ (‘her şerden bir hayır doğar’ misali) diyerek anayasayı ve sistemi heyecanla değiştirdik. Buna uygun kurumların yapılanmasını ve uyum yasalarının çıkarılmasını bekledik. Yeni kurumsal yapılanma çabalarını gördük ancak uyum yasalarının çıkarılması çabasına şahit olamadık.
Süreç içinde muhalefetin kendi açısından (haklı ya da haksız) Anayasa değişikliğini seslendirmesi bir yana, son günlerde Cumhurbaşkanının yaptığı Anayasanın değiştirilmesi teklifinden anlıyoruz ki 2017’de bu işi yine vukufiyetle ve isabetle doğru çözüme kavuşturamadık. Ne yazık ki sivil ve siyasi kadrolar, eksiklikleri minimize edilmiş bir Sivil Anayasa yapmaya bir türlü muktedir olamadı. Bunu henüz beceremedik.
Temennimiz o ki bütün geçmiş tecrübeler dikkate alınarak anayasa değişikliği doğru yapılsın ve milletin önüne bir daha hiç kimse anayasa bahanesi ile çıkıp ülkenin gündemini ve zamanını işgal etmesin. Kamudaki samimi ve dürüst yönetimin, hukuki dürüstlüğün, temiz ve dürüst siyasetin koruyucu zırhı içinde, Hukukun Üstünlüğü sağlansın ve Anayasa’nın saygınlığı teminat altına alınmış olsun.
Öyle olsun ki Anayasamız, İstiklal Marşı’mız gibi ‘Milli Belgemiz’ derinliğinde ve zenginliğinde donanımlı olsun ve millet tarafından gönüllü olarak saygın tutulsun. O İstiklal Marşımız ki bütün milletin başının tacı ve tek bir insanın eseri. Merhum Akif bütün hücrelerinin, zerrelerinin, ruhunun ve aklının terini akıtarak İstiklal Marşını yazdı. Anayasa yapılmasında, milletin katkısı ve devletin ilgili kurum ve kadrolarının desteği alınmasına rağmen neden, ‘olmadı yeni baştan’ diyoruz? Bunu sorgulayalım.
Ruhumuzu, aklımızı, ilmimizi, bütün benliğimizi kullanalım. Burada hesabi değil hasbi davranalım. Ferdi, mevzii veya siyasi çıkar hesaplarına göre değil seksen dört milyon insanımızı kucaklayacak bir Anayasa yapma samimiyeti ve anlayışı ile çalışalım. Her varlığa hakkını sürekli vererek adaleti egemen kılalım.
Milletimiz kendinden isteneni her zaman fazlası ile vermesine rağmen beklenen sonucu ve milli başarıyı elde edemiyorsak bu, öncü kadroların öngörüsüzlüğü, kifayetsizliği, samimiyetsizliği ve uygulamadaki beceriksizliği anlamına gelir.
Tarih ve takdir, milletimizi her dem zoru başarmaya mecbur ve mahkum etmiştir.
Bu zoru başarmanın vakti mi şimdi! Ne dersiniz?