Bu günlerde Büyük İmam Ebû Hanife, her zaman olduğu gibi, beni yine etkiledi. Boşuna Büyük İmam denmediğini bir kez daha anlamış oldum. O, Kelam ve Fıkıhta üstünlüğü bir yana, insan olma ve Müslüman olup Müslüman kalma bakımından da, hem çağdaşlarına hem de daha sonraları onu takip ettiğini söyleyen ya da söylemeyen insanlara örnek olma bakımından müstesna bir âlimdir.
Bugün ülkemizde ve pek çok Müslüman ülkede dokunulmaz ve tartışılmaz bir değer olarak sevilen ve en önemlisi Fıkıhta ortaya koyduğu ilkelerle bir mezhebin oluşmasında önder olan Ebû Hanife, ne yazık ki, hayatı büyük zorluk, baskı ve vicdan yoksunu yöneticilerin verdiği acılarla geçmiştir. Bu durum onun için, Allah’tan başkasına eğilmemenin bir bedeli olmuştur, adeta. Büyüklüğü ve ilmî dehâsı hem halk hem ulema hem de yöneticiler tarafından bilinip kabul edilmesine rağmen, ne yazık ki, “el üstünde tutulmamıştır!” İşin daha ilerisi ve üzüntü verici tarafı, çağdaşı olan bugün isimleri günümüz Müslümanlarınca da bilinen meşhur ulemanın iftira dolu saldırılarına, yöneticilerin ağır baskısına ve bazı en yakın öğrencilerinin, üstü kapalı da olsa, hasedine bile maruz kalmıştır.
Kendisine, daha hayatta iken, bizim bugün dine imana sığmaz bu sözler, nasıl söylenebilir diyeceğimiz korkun sözlerle, öyle ki, uğursuz, zındık, kâfir, Mürcie ve Cehmiyye gibi sapkın mezhep mensubu, Peygamberin Sünnetini dışlayan adam, deccal, Yahudi ve müşrik olmasına kadar varan saldırılar yapılmıştır. Bu söylenenler ve hakkındaki daha başka iddialar toplumda yayılmış olmalıdır ki, Şia Mezhebi’nin kabul ettiği oniki İmamından biri olan Peygamberimizin torunlarından Muhammed Bâkır (ö.114/732) ile aralarında şu konuşmanın geçtiği rivayet edilmektedir.
Muhammed Bakır, Ebu Hanife ile Medine’de karşılaştıklarında, hakkında duymuş olduklarına dayanarak ona şu soruyu sorar: Dedemin dinini ve hadislerini kıyas ile değiştiren sen misin?
Ebu Hanife: Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım.
Muhammed Bakır: Sen bu işi yaptın.
E. Hanife: Şöyle oturalım da konuşalım. Size üç soru soracağım. Birincisi: Erkek mi zayıf kadın mı zayıf?
M. Bakır: Kadın.
E. Hanife: Peki söyleyiniz, kadının mirasta payı nedir?
M. Bakır: Erkeğin yarısı kadardır.
E. Hanife: Ben dedenizin dinde esas aldığı şeyleri kıyas ile değiştirmiş olsaydım, mirasta kadına iki erkeğe bir hisse verilmesini söylerdim. Çünkü zayıf ve korunmaya muhtaç olan kadının bu şekilde gözetilmesi gerekirdi. Ben böyle bir şey yapmadım.
………………..
E. Hanife, önünde saygı ile diz çöküp oturduğu İmam Bakır’a sorar: Sidik mi daha pis yoksa meni mi?
M. Bakır: Sidik daha pistir.
E. Hanife: Eğer dedenizin yolunu ben kıyas ile değiştirmiş olsaydım, vücuttan meninin çıkmasından değil de sidiğin çıkmasından dolayı gusül yapılması gerektiğini söylerdim. Ben kıyasla dinin ilkelerini değiştirmekten Allah’a sığınırım.
Bu konuşmaların bitiminde İmam Muhammed Bakır, İmam Azam Ebu Hanife’yi kalkıp kucaklayıp ve alnından öperek takdir ve tebrik etmiştir.
Buradan sözün daha bir önemlisine gelirsek, İmam Âzam’a sormuşlar:
-Senin kâfir olduğuna hükmedenlere siz ne dersiniz?
-“Onların yalancı olduklarını söylemekle yetinirim. Çünkü onlar Allah’ı inkâr etmiyorlar, beni inkâr ediyorlar. Bu benimle onlar arasında bir iştir. Beni inkâr edeni ve bana yalan isnatta bulunanı küfürle itham edemem. Çünkü Cenâb-ı Hak bize şu uyarıyı yapmıştır: “ … Bir zümreye olan şahsi kin ve nefretiniz sizi adâletten sapmaya sevk etmesin! Âdil olun, bu Allah’ın koruması altına girmenin en sağlam yoludur….”(Mâide-8)
Vesselam.
08.01.2022 Kayseri
Abdulbaki Bilgin