“Doğrusu Allah, ayetlerini onlara okumak, onları arındırmak, ilahi kelamı ve hikmeti onlara öğretmek için içlerinden bir resul çıkararak mü’minlere ihsanda bulunmuştur…” Ali İmran:164
Mekke’nin önemli şahsiyetlerinden ve Kureyş kabilesi büyüklerinden olan Abdulmuttalib’in, (o gün için)henüz vefat etmiş olan oğlu Abdullah’ın eşi Amine’den bir oğlu dünyaya gelir ve dedesi Abdulmuttalip (Şeybe) tarafından Muhammed Mustafa olarak isimlendirilir. Tarihi kaynakların en tutarlı tesbitine göre bu doğum, 20 Nisan 569 tarihinde, bir Pazartesi günü gerçekleşmiştir. Yıllar sonra Miladi 610 yılının Ramazan ayında kendisine Allah tarafından vahiyin inmeye başlaması ile Muhammed Mustafa Allah’ın cc. son nebisi olmuştur.
RASULULLAH’IN DOĞUMUNUN KUTLANMASI
Arapça ifadesiyle “Mevlid” kelimesinden dolayı “Mevlid Kandili”, dilimiz Türkçe deki ifadesi olan “doğum” kelimesi ile de “Kutlu Doğum” kavramları üretilerek, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğum gününü ifade edilmiştir. Bu günün hicri takvimdeki zamanı, Kameri ayların üçüncüsü olan Rebiülevvel ayının 12. Gecesi olup Ülkemizde, mevlid kandili olarak kutlanmaktadır. Ayrıca1989 yılından itibaren, D.İ.B.’ca başlatılmış olan ve miladi takvimi esas alınarak yapılan bir kutlama “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri olup, her yıl 14-20 Nisan tarihlerinde uzun yıllar uygulanmıştır. Ancak bu sonda zikrettiğim kutlama programı 2018 yılından itibaren yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece çeliki arzeden ve bir insanın iki doğum günü varmış görüntüsü veren bir yanlıştan dönülmüştür. Zira bir insanın doğumu bir tek gün olur.
Mekke ve Medine dönemi şartlarının böyle şeyleri düşünmeye fırsat vermemiş olduğunu kabul etsek bile, ne Ashab-ı Kiram döneminde ne de daha sonra Tabiin dönemlerinde böyle bir uygulama olmamıştır. Bu durum Emevi ve Abbasi Devletleri döneminde de görülmez. İlk mevlid kutlaması, hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fatimi Devleti döneminde (M.909-1171), Rebiulevvel ayının onikinci gecesi, “Mevlid-i Nebi” adıyla yapılmıştır. Bizde de ise ilk olarak Osmanlı Devleti zamanında 1409 yılında, Bursa’da yaşamış olan Süleyman Çelebi’nin peygamberimiz için yazdığı “Vesiletün Necat” adlı kasidesini anma gününde, imamı olduğu camide okuması ile başlamıştır.
A- PEYGAMBERLİK VE RASUL-NEBİ TANIMLAMASI
Hz. Muhammed Mustafa sevgisi, gönüllerde oldukça önemli bir yer etmiş bir milletin mensubuyuz. Bu bizim için bir onurdur, şereftir. Yüce Rabbimiz de bizden bunu istiyor. Bu, bizim için Kur’an-i bir sorumluluktur. Ancak bu sorumluluğun içeriğini iyi anlamalıyız. Müslümanlar bu konuda ki sorumluluğunu doğru tesbit etmelidir. Bunun için atacağımız birinci adım: O’nu doğru tanımak ve anlamaktır. O rahmet elçisinin anlaşılması ile ilgili pek çok araştırmacı, yazar ve düşünür konuşur ve pek çok şey söylerler. Ancak, buna rağmen Allah Rasulü’nü anlama konusunda yapılan tartışmalar hiç de son bulmaz. Sanırım bunun da nedeni, onu tanımak ve öğrenmek için başvurulan kaynakların ve konuya yaklaşımın farklı olması ve farklı anlamlarda yorumlanmasıdır. Doğrusu O’nu anlamada kaynak olarak, bize tevatür seviyesinde ulaşmış olan, yaşayan sünneti ve kendisini hem “nebi” hem de “rasul” sıfatları ile seçip görevlendiren Yüce Rabbimiz’in Kerim kitabı Kur’an yeterlidir. Çünkü Peygamber dediğimiz insanlar kimdir, nedir, hangi özelliklere sahiptir? Bu soruların en doğru cevabını, Kur’an-ı Kerim bize apaçık bir şekilde vermektedir. Üzülerek söylüyorum ki, İslam dünyasında dinimizi öğrenme hususunda, genellikle, Kur’an, ilk tercih edilen kaynak olmaktan çıkarılmış durumdadır. Kur’an ın bilgisinden uzakta bir duruş ortaya koyduğumuzdan olacak ki, Peygamberliğin iki ayrı hususiyeti olan, “nebi” ve “rasul” kavramlarının anlamlarını bile doğru ifade etmekten uzaktayız.
Dinimizi öğrenmede olduğu gibi, Rasulullah’ı tanıma hususunda da Kur’an’ın birinci ve en önemli kaynak olduğu gerçeğine işaret eden Hz. Aişe’nin r.a. , bu hususta kendisine atfen nakil edilen, şu rivayet büyük değer arz etmektedir. Peygamberimizin vefatından bir müddet sonraları kendisine, “bize biraz Allah rasulü’nün ahlakından anlatır mısınız?” diyen sahabilere Hz. Aişe: “siz hiç Kur’an okumadınız mı? O’nun ahlakı Kur’an dı”, demiştir.
İslam Dinini öğretmek amacıyla, ülkemizde yazılıp basımı yapılmış olan “İslam İlmihali” ve benzer kitapların tümü, rasul ve nebi tarifinde, hatalı bilgiler vermişlerdir. Bunu orta ve lise düzeyinde ki öğrencilerimiz için hazırlanmış olan ders kitaplarımız içinde söyleyebiliriz. Bu kitapların tamamında, rasul için: ”kendisine vahiy indirilip kitap verilmiş olan peygamberler”; nebi için de “kendisine kitap verilmeyip, kendinden önceki rasulün kitabına uyan peygamberler” şeklinde tarifler yapılmıştır. Hal bu ki, Kur’an’da ki ayetlere hiç de böyle demiyor. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, hem rasul hem de nebi diye sıfatlandırdığı bütün peygamberlere vahiy indirdiğini yani kitap verdiğini haber vermektedir.
Konuyla ilgili onlarca ayetten sadece üç ayeti sunacağım: *Al-i İmran 3/84.ayet: “De ki: ‘Allah’a bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun neslinden gelenlere indirilene; Rablerinden Musa’ya, İsa’ya ve (diğer) tüm nebilere verilene inanırız; onlar arasından hiç birini ayım yapmayız; ve biz yalnız O’na teslim oluruz.”
**Nisa 4/163.ayet: “Biz Nuh’a ve ondan sonraki tüm nebilere (peygamberlere) vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik; yine İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a, Süleyman’a da vahyetmiştik; Davud’a da Zeburu vermiştik.” ***Hud 11/25. Ayet: “Andolsun ki, Nuh’u da mesajımızı taşıması için kavmine elçi (rasul) olarak görevlendirmiştik. (Demişti ki:) ‘Bakın ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
Tüm ilmi hal kitaplarının peygamberliği anlatan bölümlerinde şu bilgileri de görmüşüzdür:
a)“…Yeni bir kitap, ve yeni bir şeriat ile gönderilmeyip de kendisinden evvelki bir peygamberin kitabını ve şeriatını ümmetine bildirmeğe memur olmuş olan zata da yalnız nebi veye peygamber denilir, resul ve mürsel denilmez.”;
b)“Her rasul nebidir, fakat her nebi rasul değildir.”
c)Kur’an-ı Kerim de adları zikredilen yirmibeş peygamberden dördüne suhuf, dördüne de kitap verildiği söylenir. Şöyle ki: “Kendisine suhuf indirilen peygamberler: Hz. Adem-10 sayfa, Hz. Şit-50 sayfa, Hz.İdris-30 sayfa, Hz. İbrahim-10 sayfa; kendisine kitap verilen peygamberler: Hz. Davud’a Zebur, Hz. Musa’ya Tevrat, Hz. İsa’ya İncil ve Hz. Muhammed’e Kur’an’ı Kerim.”
Yukarda verilen ayetlerin bilgisi ile şimdi verdiğimiz bu bilgileri bir arada düşünelim. İlmihal kaynaklı bilgilere göre kendisine kitap indirilmemiş olduğu görülen İsmail, İshak, Yakup, Nuh, Eyyüb, Yunus, Harun ve Süleyman peygamberlere, yukarda ki ilk iki ayette kitap verildiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca geleneksel bilgide, kendisine kitap verilmediği için rasul olmayıp sadece nebi olduğu kabul edilen Hz. Nuh’un, üçüncü ayette belirtildiği gibi, Hz: Nuh’un, “kavmine rasul olarak gönderildiği” ifadesi yer almaktadır. Görülüyor ki yıllardan beri ülkemiz Müslümanlarının bu konuda öğrendikleri klasik ilmihal bilgileri ile, Kur’an-ı Kerim’in bilgiler uygunluk arz etmemektedir. Bu bizim, o kadar fazla Kur’an okumamıza rağmen, anlamadan ve üzerinde düşünmeden okumanın Müslüman için pekte fayda sağlamadığını göstermiyor mu? Halbu ki,” Kur’an okuyun!” demek. “O’nu anlayın” anlamına gelmektedir.
B-PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED’İ DOĞRU ANLAMAK
Dikkatimizi çekmek için yaptığımız bu tesbitten sonra, ne yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Hz. Muhammed’i (sav), pek tabii olarak onu tanıyan, onunla birlikte bir dönem geçirmiş olan, hayatın sevinç ve üzüntülerini birlikte yaşadığı arkadaşlarının, yani ashabının dilinden de tanıyabiliriz. Ancak, O’nu tanıyıp öğrenmenin, tartışmaya mahal vermeyecek kaynağı da, hiç şüphesiz yine Kur’an-ı Kerim’dir. Bu nedenle size, Allah Teala’nın ayetler ışığında konumuzu izah etmeye çalışalım:
a)Hz. Muhammed Bir Beşerdir
Müşriklerin kendisine, peygamber isen şunları, şunları yapmalısın dedikleri Hz. Muhammed’e, Yüce Allah, onlara şu cevabı vermesini söylemiştir: “…de ki: Rabbimi tenzih ederim, ( böyle şeyler yapmak benim işim değildir). Ben sadece beşer (insan) olan bir Rasul’üm (elçiyim).” İsra-17/93
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim (insanım). (Ne var ki) bana, sizin tanrınızın tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor.” Kehf-18/110
“…Rabbin seni terk etmedi sana darılmadı da. Senin sonun başlangıcından hayırlı olacak. Rabbin sana verecek sen de razı (hoşnut) olacaksın. (O) seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşkın halde bulup yolunu doğrultmadı mı? Seni fakir bulup da zengin etmedi mi? …” Duha-93/3-8
Bu ayetler bağlamında Hz. Muhammed (sav) de kendini bir beşer olarak tanımlamaktadır: “Ben ancak bir beşerim, dininizden size bir şey emredersem onu alınız; ancak kendi kafamdan bir şey emredersem, (bilmiş olun ki) ben de bir beşerim.” Müslim, Fedail, 43
Görüldüğü gibi Yüce Rabbimiz, Hz.Peygamber’in de ihtiyaç içinde bir beşer olduğu olduğunu, Müslümanların onun beşer özelliğini hiçbir zaman göz ardı etmemelerinivurgulamaktadır. Onun beşerlik boyutunu daima göz önünde tutmak, bizi geçmiş ümmetlerin, özellikle Hırıstıyanların, peygamberlerini tanrılaştırma hatasına düşmekten kurtaracaktır.
b)Hz. Muhammed Bir Kuldur
“De ki: Bana ancak, hürmetli kılınmış olan bu beldenin (Mekke’nin) Rabbine ibadet (kulluk) etmekle emrolundum ki, her şey ona aittir. Yine bana Müslümanlardan olmam, Kur’an okumam emredildi. Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa, (onlara) de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.” Neml-27/91-92
“Bizim bu kitabı sana gerçek olarak indirdiğimizde şüphe yoktur. O halde sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” Zümer-39/2
“De ki ben dini Allah’a has kılarak O’na ibadet (kulluk) etmem emir olundu.” Zümer-39/11
“Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Sana yakin (gerçek/ ölüm) gelinceye kadar rabbine ibadet (kulluk) et.” Hicr-15/98,99
Hz. Muhammed beşer boyutu ile peygamberliğe layık görülmüş, ama kulluk yapma sorumluluğundan uzak tutulmamıştır. Aynı zamanda kendisinin, bir din koyucusu değil, Allah tarafından konan dinin uygulanması hususunda en güzel örnektir. Beşer olan ve beşeriliği gereği kulluk yapmakla mükellef olan bir insan din koyamaz. Biz Müslümanlar da, o büyük peygamberin dindeki yerini böyle bilip ona göre inanacağız.
Hz. Muhammed (sav), de kendisine vahiy edilene uymak ve onu tatbik etmekle yükümlüdür.
“Ayetlerimiz onlara açık, açık okunduğu zaman bize kavuşmaya yüzü olmayan o kimseler derler ki: ‘git bize bundan başka sözler getir veya bunu değiştir’ dediler. (Ey Peygamber!) De ki: ‘Onu kendime göre değiştirmek olacak şey değil. Ben ancak bana vahiy edilene uyarım: çünkü ben Rabbime karşı gelecek olursam, korkunç günün azabından korkarım.” Yunus-10/15
“Onlar, sana vahiy ettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için, az kalsın sana vahiy ettiğimiz şeyden seni saptıracaklardı. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni sağlam tutmasaydık, gerçekten, neredeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat, kat tarttırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcıda bulamazdın.” İsra-17/73,74,75
“Bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur. Hem kendi günahın, hem de inanmış erkekler ve kadınların günahları için bağışlanma dile! …” Muhammed-47/19
“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Bu sayede Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlayacak ve sana olan nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir yola yöneltecektir.” Fetih-48/1,2
Şimdi de bu konuda kendi söylemlerine bakalım: *“Ey insanlar, Allah’a tövbe ediniz. O’ndan af dileyiniz. Çünkü ben, her gün Allah’tan yüz defa, ya da yüzden fazla af dilerim.” İbn Hanbel, Müsned, 2/261 **”Benim de kalbim bulutlanır, gaflet ile perdelenir. Ban yüz kere Allah’tan af dilerim.” Müslim, Zikir, 41
Bütün bunlar gösteriyor ki, Hz. Muhammed(sav), bir peygamber olarak, görevini Allah’ın himaye, destek ve koruması ile yapabilmiştir. Bir beşer olarak, kafirlerin acımasız ve şiddetli baskısına karşı kendisini, Yüce Allah’ın desteği ile koruyabilmiştir. O da bütün mümin bir beşer gibi günah işleme ihtimali olan ve günahı için de bağışlanma dileyen bir kuldur. Bu durum bize, beşer olan biri, daha sonra peygamber de olsa, beşeri yönünün hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı gerçeğini göstermektedir. Ancak burada şunu bilmeliyiz k, hata ve günahla “şirk” aynı şeyler değildir. Peygamberlerin bir insan için çek tehlikeli ve utanç konusu olan şirke düşmesi söz konusu olamaz, olmamıştır.
c)Hz. Muhammed’in Ahlakını Kur’an İnşa Etmiştir
Yüce Allah, kendisine elçi seçtiği insanın ahlakını oluştururken ona, kimler den yüz çevirmesi gerektiği bilincini öğütlemeyi pek önemsemiştir.
Bunlardan birincisi münafıklardan yüz çevirmesi ve onları kendi hallerine bırakmasıdır: “Onlar (Münafıklar) ‘baş üstüne’ derler ama yanından uzaklaştıklarında, içlerinden bir güruh gece boyunca senin dile getirdiğinden farklı işler çevirirler. … Şu halde onlardan yüz çevir ve işine bak! Allah’a dayan; zira dayanak olarak Allah yeter.” Nisa 4/81
İkincisi, Müşriklerden yüz çevirmesidir: “Sana emir olunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan (şirki tabiat haline getirenlerden) yüz çevir, onlara aldırma. Unutma ki küçümseyip alaya alanlara karşı Biz sana yeteriz” Hicir 15/94,95
Üçüncüsü, cahillerden yüz çevirmesi: Doğru yola çağrıldıkları halde çağrıya kulak vermeyen, baktığı halde görmeyen, Yüce Allah’ın cahil diye nitelendirdiği bu kimselere aldırış etmeden yoluna devam etmesini elçisi Muhammed sav den istemiştir. (A’raf 7/198,199)
Dördüncüsü, Dünya hayatını tercih edenlerden yüz çevirmesi: “Şu halde, artık sen de vahyimizden yüz çevirerek Bize sırt dönen ve tek arzusu bu dünya hayatı(nın geçici zevkleri) olan kimseleri ciddiye alma, onlardan yüz çevir. Onların bilgi ufku da işte bu (dünya ile) sınırlıdır. …”Nacm 53/29,30 Yüce Allah bu dört gurup ayetle Rasulü’nün ahlak ve ruhunu inşa ederken, Rasulü de bu emir ve öğütleri sünneti haline getirmiştir. Allah Rasulü Hz. Muhammed’in, müminlerce asla vazgeçmeyecekleri sünneti, Kur’an ile inşa olunan bu tür sünnetidir. İslam dünyasının bu hakikatin anlaşılmasına çok büyük ihtiyacı vardır.
d)Hz.Muhammed’in Görevleri
1. Hz. Muhammed’in Allah Teala tarafından kendisine yüklenen ilk görevi okumaktır: Alak suresinin 1. Ayetinde Allah Teala’nın ilk emri olan “okumak”, Hz. Muhammed’in de sünneti olmaktadır. Bu emirle Allah Rasulü neyi okuyacaktı? Her halde insanın hayat kitabı olan İlahi Vahiy ile insanın kendisi ile müşahede âlemi olan kainat kitabını okuyacaktı. Bu İlahi emirle birlikte Rasul’ün sünneti olan “okumak” bütün mümünleri bağlayan, gevşeklik gösterilmesi ma’zur görülmeyen temel bir ibâdet ve evrensel bir ilkedir. Öyle ise haydin Müslümanlar olarak, ne kadar okuduğumuz konusunda, kendimizi bir test edelim.
2. Hz. Muhammed İlahi Vahyin tebliğcisidir: Vahyin kaynağı olan Yüce Allah bu görevi yüklediği nebisine,”Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen hakikati tebliğ et! Eğer bunu (tam) yapmazsan, O’nun sana verdiği elçilik görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlar(ın saldırısın)dan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberliğini göstermez.” Mâide 5/67