Toplumun birçok kesimine sirayet etmiş ‘öğrenilmiş çaresizlik sendromu’ sadece Türkiye’ye mahsus değil. Bu sendrom toplumlarda son derece yaygın bir şekilde hayatın her yerinde görülebilir.
‘Öğrenilmiş çaresizlik’, bir canlının maruz kaldığı zorluklardan kurtulamayacağı inancının yerleşmesi durumudur. Psikolog Martin Seligman'ın 1960'lardan itibaren geliştirdiği ‘öğrenilmiş çaresizlik kuramı’, fareden insana pek çok canlı türünde gözlemlenmiştir.
Arjantinli psikolog ve yazar Jorce Bucay ‘sirkteki fil’ hikâyesiyle bize bu fenomeni aktarır.
“Hindistan’da filler eğitilmek için bebekken kalın bir zincirle kazığa bağlanır ve kaçması engellenir. Bebek fil kaçmayı defalarca dener, fakat kendisinin zinciri koparmaya da bağlı olduğu kazığı sökmeye de gücü yetmez.
Yıllar geçer, bebek fil büyür ve hâlâ zincire bağlı şekilde bekler. Artık fil güçlüdür, zinciri koparabilecek ve kazığı sökebilecek gücü vardır fakat fil kaçmayı denemez bile. Çünkü özgür olamayacağına inanmaktadır.
Artık kırılamayan şey filin bağlı olduğu zincir değil, filin inancıdır...”
Tam burada anlatıldığı gibi bir şeyleri başaramayacağımız yıllardır bu toplumun bilinçaltına her fırsatta fısıldana fısıldana nihayet toplumun belli bir kesimi, bu ülkenin ve evlatlarının isteseler de bir şeyleri başaramayacağına inandırıldılar.
DW isimli Almanya merkezli habercilik sitesi, Türk kadınını iffetsiz işler yapmaya sevk ederken kullandığı haber dili bu fısıldamalara en güzel örnek. Mezkûr kanalın haberinde, bir vatandaşımızın sanat dâhil birçok farklı işi denediğini ama başarılı olamayınca bedeni üzerinden para kazanmaya başladığını dillendirmesi kabul edilmesi mümkün olmayan bir habercilik anlayışı.
Aynı zamanda da bilinçaltımıza fırlatılmış bir fısıltı: ‘Siz ancak bu işi başarabilirsiniz!’
Hiç aklımdan çıkmıyor Francis Fukuyama ABD merkezli bir haber sitesine yazdığı(*) analizini, sosyal medya hesabından ‘Türk SİHA sistemleri dünyayı nasıl dönüştürüyor’ başlığı ile duyurduğunda(**) ona itiraz ABD’li düşünürlerden ya da konunun uzmanlarından değil içimizdekilerden geldi.
Fukuyama’nın bu açıklaması üzerine mezkûr SİHA sistemlerini üretmenin olağanüstü bir iş olmadığını, YouTube video hizmet sağlayıcısı üzerinden izleyerek kolaylıkla yapılabileceğini söyleyenlerden tutun da, söz konusu sistemin aslında bir montajdan ibaret olduğunu söyleyenlere kadar yapılan açıklamalar nasıl bir öğrenilmiş çaresizlik sendromu yaşadığımızı da gözler önüne sermişti.
Bu çaresizlik Suriye sahasına yaptığımız askerî harekâtlar öncesinde de, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının Ermeni işgalinden kurtarılması esnasında da defalarca görüldü.
Türkiye’nin Libya hükûmeti ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının mürekkebi kurumadan, Trablusgarb’daki meşru hükûmetin üzerine salıverilen Halife Hafter namlı eşkıyanın arkasında Batı’nın olduğunu, o yüzden mutlaka taraf tutulacaksa seküler olan Hafter’in tarafını tutmamız gerektiği de defalarca kulağımıza fısıldandı.
Türkiye’nin elektrikli otomobili neden üretemeyeceğini anlatmak için bağırlarını yırtanlar her gün ekranlarda arz-ı endam etmeye devam ediyorlar.
Dünyada ve hassaten Avrupa’da yüzlerce nükleer enerji santrali faal iken, Türkiye’nin bir nükleer enerji santralini işletemeyeceğini, bu sebepten dolayı bu işten yol yakınken vazgeçmemiz gerektiğini hâlâ ve ısrarla kulaklara fısıldamaya devam ediyorlar.
F-35 projesinden çıkarılmamız sonucunda Türkiye’nin istiklalinin tehlikede olabileceğini ima eden idraksizlerin sözde değerlendirmeleri artık dayanılmaz boyutlara ulaştı.