Avrupa ülkeleri ardı ardına termik santralleri devreye almaya başlayınca aklıma Paris İklim Anlaşması etrafında kopartılan fırtına geldi.
Türkiye’nin de 2053 vizyonu çerçevesinde onayladığı Paris İklim Anlaşması, artan enerji fiyatları ile birlikte şimdi herkesin kulak arkası yaptığı bir hususa dönüştü.
Oysa daha şunun şurasında birkaç sene evvel Türkiye’nin Karadeniz’de bulduğu doğalgaz rezervlerinin çevreye salacağı karbon miktarı üzerinden yorumlar yapılmaktaydı.
İçerideki iz düşümleri de bu gazın ekonomik değerinin bir bar çikolata etmeyeceğini anlatmak için hançeresini yırtıyordu.
İnsanoğlunun ortaya çıkardığı sera gazı miktarının dünyanın dengesini bozacak noktaya gelmesine çevre dostu biri olarak destek çıktığım falan yok, beni rahatsız eden Batı’nın istediği zaman, şartları değiştirebilmesi.
Endüstri devriminden bu yana dünyayı en çok kirleten ülkelerin, sera gazı salınımı yapacak bir sanayisi bile olmayan fakruzaruret içerisindeki ülkelere dahi bu şartları dayatıyor olması neyle izah edilebilir?
Kömüre dönüş ve nükleer kapasitede artış
Birçok Avrupa ülkesi termik enerji santrallerine dönüş kararı almaya başladı.
Avrupa Enerji Ajansı (IEA), Avrupa'nın Rusya'nın kış aylarında bölgeye yönelik bütün doğalgaz ihracatını durdurabileceği uyarısında bulundu.
Bunun üzerine Almanya, Avusturya ve Hollanda kömür ile elektrik üreten santrallere dair uyguladıkları yasakları kaldırmaya başladılar. En kısa zamanda bu ülkelere başta İtalya olmak üzere yenilerinin eklenmesi de bekleniyor.
Hâlbuki Almanya kömür üzerinden enerji üretimini 2030 yılında kaldırmayı planlamaktaydı.
Almanya ekonomi bakanlığı şu sıralar doğalgaz kullanımının azaltılması için evsel tüketime de sınır getirmeyi planlıyor ve her Alman vatandaşını haftada bir kez eksik duş almaya davet ediyor.
Nükleer enerji yeniden Avrupa’nın gündeminde
Her ne kadar Türkiye’de birileri ‘Avrupa’da nükleer enerji santrallerinin kapatıldığını, faal hâlde sadece birkaç nükleer enerji santrali kaldığını, onların da kapanma takviminin işlediğini’ iddia etseler de hakikat tam tersi.
Bugün enerji üretim maksatlı kullanımda olan nükleer enerji santrali sayısı 440 adet.
Bu 440 santral, 32 ülkede faal bir şekilde kullanımda ve dünyada üretilen elektriğin yaklaşık yüzde onluk bölümü bu santrallerden karşılanmakta.
Sadece Fransa’da 56 adet nükleer santral ülkenin tükettiği elektrik enerjisinin yüzde 70’ini üretiyor ve bir yeni nükleer santral de inşa hâlinde. Fransa bu santrallerinde kullandığı uranyumun kahir ekseriyetini elektriksiz yaşamaya mahkûm edilmiş Nijer üzerinden sağlıyor.
Üstelik bu konu sadece Fransa ile mahdut değil.
ABD’de 93, Çin’de 52, Rusya’da 38, Güney Kore’de 23, Kanada’da 19, İspanya’da 7, Belçika’da 7, İngiltere’de 13, Almanya’da 6 nükleer santral kullanımda.
Dünyanın artık nükleer santrallere veda ettiği iddiaları da doğruları yansıtmıyor. Bugün ABD dâhil 19 farklı ülkede 55 adet yeni nükleer santral inşaatı devam ediyor.
Tüm bu tablo bize ne anlatmakta?
Bir taraftan kömüre geri dönen, nükleer enerjiyi yeşil enerji kapsamına almayı düşünen Avrupa, diğer taraftan Paris İklim Anlaşması önümüzdeki yıllarda da çokça tartışılacak.
Rusya üzerinden verilen enerji mücadelesi aynı zamanda enerji üzerinden verilen dönüşümü de güçlendirecek.
Pandemi döneminde yaşanan birçok dönüşüm, nasıl yıllarca sürecek bir zaman diliminde yaşanmak yerine kısa bir zamana sığdırıldı ise, enerjide yaşanacak dönüşüm de daha kısa bir zaman dilimine sığdırılacak.
Kömür üzerinden enerji elde edilmesi kısa vadede tüm dünyanın gündeminde olsa da dünya bu krizler vasıtası ile orta vadede daha az karbon salınımı yapan bir dünyaya dönüşecek.