Bazılarımızın dünyasının merkezinde TV ünlüleri veya magazin figürleri var... Bazılarımızın futbol adamları... Bazılarımızın dünyasının merkezinde de siyasetçiler... Toplumun ezici çoğunluğunu bu üç zümre oluşturuyor. Bir de çok küçük bir azınlık var. Kendi dünya algısının merkezine sanatçıları, bilim adamlarını, düşünürleri yerleştirenler bu küçük azınlık... Yalnızca bugün değil, geçmişte de daima küçük bir azınlık bu bazılarımız...
Peki... Tabiatın ve toplumun işleyiş kurallarını ortaya çıkarıp hayatımızın kalitesini yükselten, anlayışımızı ve bilgimizi geliştiren, iç ve dış dünyamızı zenginleştiren, vicdanımızı keskinleştiren, bize kendimizi tanıtan... sanatçıları, bilim adamlarını, düşünürleri neden TV ünlüleri, futbolcular veya siyasetçiler kadar önemsemiyoruz?
Galiba esas olarak bizi temsil yeterlikleri ve özdeşleşme ihtiyacımıza verdikleri cevap belirleyici oluyor burada. Daha doyurucu bir cevap için, sosyobiyoloji veya evrimsel psikoloji adı verilen yeni bilimsel disiplin çerçevesinde ortaya atılan açıklamalara bakmak lazım belki.
Bu sahada yapılan çalışmalara esas olan ana fikir “modern insanın toplum hayatındaki birtakım davranış ve tercihlerinin ilkel çağlardaki hayat şartları çerçevesinde edinilmiş içgüdülere dayandığı” şeklinde. Yani insanoğlu, tıpkı diğer canlılar gibi, belirli hayat şartlarına uyum sağlamak ve hem kendisinin hem de türünün geleceğini güvenceye almak üzere belirli tehditleri bertaraf edebilmek için bazı davranışları alışkanlık haline dönüştürmüş. İşte bu alışkanlıklar beynimizde genetik olarak kodlanmış şekilde uzak atalarımızdan bize intikal etmiş bulunuyor. Bugünkü yaşayışımızda pek karşılığı olmasa ve dolayısıyla ihtiyaçlarımıza cevap vermesi artık sözkonusu olmasa bile bu davranış kalıplarını içgüdü olarak devam ettiriyoruz.