Turgut Uyar, 1958 yılında Pazar Postası’nda yazdığı “Önce Aruz Öldü” başlıklı yazısında, Türk şiirinden, o şiirin kaderinden, geçmişinden söz eden herkesin kayıtsız kalamayacağı tek şairin Yahya Kemal olduğunu söyler. Ona göre Yahya Kemal’in büyüklüğü, “şiiriyle doğru orantılı” değildir. Ünü şiirinden büyüktür şairin.
Yahya Kemal bir büyük çağın, bir büyük kuşağın ve bir büyük kültürün son büyük şairiydi. Etiyle, kemiğiyle, fikriyle, şiiriyle, yaşayışıyla, düşünüşüyle tam bir Osmanlıydı. Şiir yazmaya başladığı ilk günden öldüğü son ana kadar hep “Osmanlı” olarak kaldı. Her şeyiyle geçmişin şairiydi. Bu yüzden bütün şiiri bir tür geçmişe ağıttır. Mısralarından hüzün damlar, dokunaklıdır. Dalar “coşup giden denizin musikisine…”
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddi
Demek ki alemin artık göründü serhaddi
Ne Akdeniz’de şafaklar ne çölde akşamlar
Ne görmek istediğim Nil ne köhne ehramlar
Ne Bâlebek’te Latin devrinin harabeleri
Ne Biblos’un Adonis’ten kalan sihirli yeri
…..
O şuh ağlar bugün kasrı şerefâbâde geldikçe
O nûşanûş demler hatırı nâşâde geldikçe
İki şiirinden bu dizeleri alıntılayan Turgut Uyar’a göre Yahya Kemal büyük bir şiir mimarıydı. “Yaptığı, her güzelliği, değiştirilemez, bir şeyler katılmaz bir kesinlikle yaratıyor, yapıyordu.” Bu yüzden taklit edilemiyordu. Onun gibi şiir yazmak mümkün değildi. Bundandır, “ardından gelmek isteyen herkes, ancak onun silik, başarısız bir taklitçisi olmaktan öteye” geçemedi. Onun tilmizi Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirinin künhüne vardığı andan itibaren “nasıl olsa onun gibi şiir yazamam” diyerek şiir yazmaktan vazgeçip romana yöneldi. Konuşulan Türkçeyi bütün güzelliğiyle şiire sokan ilk şairdir o. Uyar’a göre, aruzun son şairidir. O öldüğünde aruz da öldü!
1904 yılında gittiği Paris’teki “mektepten memlekete” 1913 yılında bir şiir alimi olarak döndü. Döndüğü yer, yönünü şaşırmış, değerleri sarsılmış, toplumsal hadiselerle altüst olmuş bir yerdi. Geçmişe sarıldı. O geçmişin değerlerine sıkı sıkıya bağlandı. Terkedilmiş bir zamanların parlak kültürünü, incelmiş zevklerini, dağılmış bir uygarlığı kendine dert edindi. İmparatorluk elden çıkıyordu. Çaresizce, “Ölüm yabancı bir alemde bir geceyse bile/Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle,” dedi ama nafile...
Oturdu, hâlâ bir parça “Osmanlı” kalmış İstanbul’un semtlerine serenat yazdı. "Kocamustafapaşa"yı, “Ziyaret”i, “Atik Valde’den İnen Sokakta”yı, “Üsküdar”ı, “Erenköy’de Bahar”ı; belki de hayatında bir kez olsun içinde namaz kılmadığı Süleymaniye’de “bayram sabahı”nı yazdı. Batmakta olan İmparatorluk elden giderken beraberinde bazı zevkleri, bazı değerleri, Turgut Uyar’ın deyimiyle “belki iyice tanınmadığı için inkar edilmiş bir kültürü” de alıp götürüyordu.