Cemil Meriç’in bir günü!
MAKALE
Paylaş
23.10.2022 21:05
950 okunma
Muhsin Kızılkaya

Cemil Meriç’in “Jurnal-2” de, 17 Ocak 1982 Pazar günü “Aşina Olmak İstediğim Çevre” başlığıyla yazdıklarını her okuduğumda hüzün kaplar içimi; memleket münevverinin içinde bulunduğu hal üzerine uzun uzun düşünür, her defasında kederlenirim. Üç sayfalık yazıyı şu ana kadar kaç kez okumuşum, hatırlamıyorum bile.

Bir gününü anlatır alim o yazıda; ama aslında, saçma sapan ideolojik fikir ayrılıkları yüzünden; birbirini tanımadan, yüzünü bile görmeden birbirlerine düşman kesilen memleket aydınlarının, sadece kendileri gibi düşünenlerden müteşekkil bir küçük cemaatle kurdukları küçücük dünyalarını, bütün bir cihanı sığdırabilecekleri koca bir evren sanma yanılgılarının küçük bir örneğini verir o yazıda alim aslında derdi bu olmadan...

Bir parantez… Günlük okurken, eğer benim de içinden geçtiğim yılları anlatıyorsa yazar, ilk aklıma gelen o gün benim de ne yaptığım olur. Cemil Meriç, Nişantaşı Akademi Kitapevinde bir imza etkinliğine katıldığı o gün, pazar günü olduğuna göre muhtemelen Hakkâri Lisesi’nin kantininde arkadaşlarımla halk oyunları provasını yapıyordum ben de. Bedenim orada ama aklım fikrim İstanbul’daydı. İngilizce hocam Yusuf aracılığıyla mektuplaştığım Vedat Günyol beni birkaç edebiyat-sanat dergisine abone yapmıştı, o dergilerde ve bir gün gecikmeyle şehrimize gelen gazeteden sık sık Nişantaşı Akademi Kitapevinin etkinliklerinde haberdar oluyordum. Kitapevinin sahibi Hadi Bey orayı bir “buluşma mekanına”, hatta bir “akademiye” çevirmişti, darbe sonrasında nefes alnın bir yere… Bir sene sonra İstanbul’a okumaya geldiğimde, görmek istediğim ilk yer bu kitapevi olmuş, Teşvikiye Camiine yakın bir yerde bulunan kitapevini gidip bulmuş, vitrininin önünde bir süre durmuş, içerde yüzlerine aşina olduğum birkaç yazar olduğu halde cesaret edip içeri girmemiştim… Bir süre sonra kapandı kitapevi.

Belli ki kitapevinin sahibi Hadi Bey iyi niyetli bir insan… Cemil Meriç de “iyi niyetleri cevapsız bırakmamak” için katılmış o günkü imza gününe. O gün alim kendini “anonim” görmüş, müşterileri de “anonim”… Cemil Meriç o tarihlerde, “sol” tarafından “sağa” itilmiş bir düşünürdür. Ama bu “itilme” bir hayli eski… 1960 darbesinden sonra kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne, 60’ların ikinci yarısından sonra Türk aydınları yazarıyla sanatçısıyla, şairi ressamıyla akın ettiler. Cemil Meriç gitmedi partiye, gitmemesini de “….çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum” diyerek izah etmeye çalıştı. İdeolojik kamplaşmalardan uzak durmaya çalıştı. Sol cenahın dışına böyle düştü alim. Dili dillerine, tefekkürü düşüncelerine, dünyaya ve memlekete bakışı kendilerine benzemiyor diye kitaplarını basmadılar, o da Ötüken Yayınlarına gitti, Hisar’da yazmaya başladı ve böylece “safını” belirlemiş oldu. O artık solcuların gözünde sağcı, hatta “faşist” cenaha mensuptu. (Ömer Laçiner, 1979 Eylül’ünde Birikim’de Cemil Meriç’in “önemli bir düşünür” olduğunu söyleyen bir yazı yazınca, sağdan soldan “Bu adamın kitabı Ötüken’den çıkıyor, sen nasıl böyle bir şey yaparsın” diye eleştirildiğini yazar bir yerde.) Oysa o kendi “özel durumunu” şöyle tespit etmişti:

“Benim Tanzimat ricalinden bir farkım da şu. Onların hiçbiri benim gibi bir tecrübeden geçmediler. Ben Fransızlara meftun iken, Türk şiirine de meftundum. Lise tahsili boyunca hep Osmanlıca yazdım. Hür bıraktılar., harfleri kullanmada. Türk hocalar da Osmanlıydılar. Ali İlmi Fani gibi. Belki de Osmanlı’dan kopmadığım için inkılap aydınlarına benzemiyorum.” Bu yüzden, “Ben Lenin’den çok Gandi’ye yakınım. Ama bu belki de kavganın dışında olduğumdandır,” dedi.

Türkiye’deki “sağ-sol” ayrışmasında kendi konumunu da şöyle belirledi:

“…Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani, ilan edilecek hazır bir formülüm yok. Derslerimde de konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı…”

Ona göre fikir adamı bir zümrenin “emir kolu” değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe ve topluma angajedir. “Bir devrin şuuru olmak zorundadır. Onun başlıca vazifesi bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek. Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak, elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.”

Cemil Meriç, darbe sonrasında daha çok solcu yazarın, sanatçıların bir buluşma mahfili olan Nişantaşı Akademi Kitapevinde düzenlenen imza töreninde “anonim müşterilerin” karşısına çıktığında “sokakta insanlar birbirini boğazlamaktan” bir askeri darbeyle iki sene önce vazgeçmişlerdi. Yaralar tazeydi ve Cemil Meriç birçok solcu aydının gözünde hâlâ “sağcı” bir mütefekkirdi.

18 Temmuz 1974 günkü Jurnal’de solun kendisini “yabancı” gördüğünü yazar. Onu bir yere oturtamadıklarını... Şöyle devam eder:

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya