İnsanın ahlaklı olması gerektiği konusunda geniş bir mutabakat olmasına rağmen, ahlakın kaynağının ne olduğu sorusu ise kadim bir tartışma konusudur. Ahlakın kaynağı tartışmasında kültür önemli bir yer tutmaktadır. Sosyal ve kültürel geleneklerin ve kurumların ahlakı yarattığı, kişinin neyi yapacağı ve neyi yapmayacağı konusunda kültürün belirleyici olduğu olduğu vurgulanmaktadır. Ahlakın kültüre göre değişmesi, ahlaki görecelilik olarak ifade edilmektedir. Ahlakın kültürden bağımsız olmayacağı ve kültürel geleneklerin ahlakı etkilediği inkar edilemez bir gerçekliktir. Kültür, ahlakı kolay bir şekilde etkilemesine ve şekillendirmesine rağmen, ahlakın kültürü etkilemesi ve şekillendirmesi çok kolay değildir. Her kültür, kendisine göre bir ahlak kurgulayabilmesine rağmen ahlak, her zaman kültür anlamına gelmemektedir. Sayısız kültür olmasına rağmen, tek bir insani ahlak vardır. Kültürler, ahlak adı altında her türlü yozluğu, çürümüşlüğü, yolsuzluğu, hukuksuzluğu ve kirliliği meşrulaştırabilir ve kurumsallaştırabilir. Ahlak üzerinde düşünmek, kültür üzerinde eleştirel düşünmeyi gerektirmektedir. Cicero’nun dediği gibi, “memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökmektedir.” Ahlaksızlık, yoksulluk, yolsuzluk, sefalet, cehalet ve atalet demektir. Kültürün karanlık ve kirli tarafı sorgulanmadan ve aydınlığa kavuşturulamadan, ahlakın bireysel ve sosyal hayatın bütün alanlarında ete kemiğe bürünmesi mümkün değildir.
Sahici anlamda ahlaktan rahatsız olan karanlık ve yoz kişiler, kendilerinin ahlaksızlık yapma ve günah işleme şeklinde bir imtiyaza sahip olduklarını sanabilirler. Ahlakta istisna olmaz. Gücü, serveti ve makamı ne olursa olsun, hiç kimsenin ahlaka, hukuka ve maneviyata aykırı davranma şeklinde bir imtiyazı yoktur. Hiç kimsenin kötülük, suç ve günah işleme şeklinde bir hakkı veya ayrıcalığı olamaz. Kötülükleri, suçları ve günahları karanlıklarda, kıyılarda ve köşelerde işleyip, insanların önüne dürüstlük, maneviyat ve fedakarlık maskeleriyle çıkmak insanları ahlaklı yapmamaktadır.