Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılın sonlarına kadar çok iyi işleyen ve temeli adalet olan bir devlet sistemi kurmuştu. Sistemin düzgün işlemesinin sebebi iyi yönetimdi. İyi yönetim de adalet, liyakat, istişare ve denetim sayesinde gerçekleşmişti
10 milyon kilometrekarelik bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı, mutlak padişah otoritesine dayanan bir devletti ve hükümdarın iktidarını ülkedeki beylerin sınırlayamayacağı bir yapı kurulmuştu. Ancak hükümdar da her istediğini yapamazdı. Devlet teamülleri, bürokratlar, âlimler ve hukuk, padişahın otoritesini sınırlardı.
18. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye'ye gelen Fransız Elçisi Choiseul-Gouffier, ülkenin yönetim sistemi hakkında şu analizi yapmıştı: "Burası Fransa gibi değildir. Fransa'da kral yegâne karar sahibidir. Türkiye'de ise bir iş için ulemayı, hukukşinasları, mevkii iktidarda olan ve evvelce mevkii iktidarda bulunmuş kimseleri ikna etmek lazımdır."
Osmanlı yönetim anlayışı hakkında Mehmet Öz, Ali Akyıldız ve Coşkun Yılmaz'ın araştırmalarından teferruatlı bilgiler öğrenilebilir.
Fatih, âlimlerle sohbette.
HER ŞEYİN BAŞI ADALET
Osmanlı döneminde sistemin temelinin adalet olduğuna inanılırdı. Adalet, devletin bekasının temel şartıydı. Siyasetname yazarları, "Mülk küfür ile payidar olur, ancak zulüm ile asla" sözünü sık sık rapor sundukları padişah ve devlet adamlarına hatırlatırlardı. Osmanlı anlayışına göre, devletin meşruiyeti adaletle hükmedilen bir halka bağlıydı.
Adalet dağıtıcısı olan kadılar, yani hâkimler hiçbir yere bağlı olmadan bağımsız olarak görev yaparlardı. Padişahlar bile mahkemelere ve hâkimlere karışamazlardı. Mahkemeler gerektiğinde padişah karşısında bile Osmanlı vatandaşlarının haklarını korurdu. Kanunlar padişahın da üstündeydi. Nitekim Şeyhülislam Ebussuud Efendi, padişahın emirlerinin kanuna aykırı olması durumunda bunlara, "Nâ-meşrû nesneye emri sultânî olmaz" diyerek karşı çıkmıştı.