Sağcısı, solcusu tüm kanallar, gazeteler, internet siteleri…Mızıkacılar gibi bir yerlerin talimatı, hatta parasıyla her gün, bıkmadan, usanmadan; cinayet, gasp, uyuşturucu, boşanma, yaralama, kavga, hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, intihar, kumar, karı-koca aldatılması… haberlerini veriyor. Adeta bunlar şuan toplumun normali oldu. Aydın da halk da bu konuda bir algı körlüğü yaşıyor.
Bunun sosyolojideki karşılığı:
Toplum on şiddetinde bir psikolojik deprem, sosyolojik travma yaşıyor. Yani toplumun ve insanın cinnet hali.
Moral değerleri bitirilmiş, ahlakı yozlaşmış, değerleriyle ve birbiriyle kavgalı bir toplum imajı. Mutsuzluk, kargaşa; ekonomik, ahlaki, sosyal bunalım, buhran…
“Anti deprasyon” adı altında hekimlerimiz, gençlerimize leblebi gibi hap veriyor. Yıllık kullanım seksen milyona çıktı. “Hapçı”lık buradan başlıyor. Uyuşturucu, sigara kullanma yaşı ortaokula indi. Evlenen çiftlerin neredeyse yarısı boşanıyor. Bundan öte tehlike çanı mı olur?
Her gün hava durum raporu gibi toplumun, çocuklarımın ruh ve beden sağlığını toplum mühendisliği kurumları ölçmeli. Üniversitelerim konuşmalı. Hani diyoruz ya:“Toplumların çöküşü, binaların çöküşü gibi ses çıkarmaz.”
1947 Yalta Konferansı’nın bizi ilgilendiren maddeleri; Ermeni Rum Patrikhanesinin, Ortodoks Kilisesinin 1890 yıllarındaki deklarasyonları tekrar tekrar okunmalı.
Beslenme, gıda ürünleri, ithal edilen tüm ürünler, ilaçlar, gübre muhakkak sağlık açısından mercek altına alınmalı. Çünkü biyolojik harp dönemini yaşıyoruz
“Dün dünde kaldı.’’ diyemezsiniz. Bugünkü sonuçların kuluçka dönemi dündür.
Tarih şahittir ki ideolojiler, milletler ve medeniyetler arası savaş asla bitmez. Barış dönemlerinde fiili savaş yerini ekonomik, psikolojik kültürel savaşlara bırakır.
Vatikan’ın, Patrikane’nin Soros ve Rokfeller gibilerinin fonladığı, adeta Sivil İşgal Ordularına dönüşen STK ‘lar bugün görevini yapıyor.Biz uyuyoruz, onlar çalışıyor.
En az iki yüz yıldır yönetim körlüğü yaşıyoruz. Osmanlı’da Batılılaşma sarmalı, Cumhuriyet döneminde de kurumlarımızın, eğitimin, Siyonist Batı ve Sabataylar ( dönme) tarafından şekillendirilmesi bizi bu hale getirdi. Tanzimat’tan bu yana birçok alanda vesayetçi zihniyet halâ devam ediyor. Küresel güç, “Oltadaki Balık” Türkiye’yi bırakmıyor. Çünkü bırakırsa sonunun ne olacağını iyi biliyor.
Bugünkü siyasi mülahazalar, çekişmeler, birbirimizi ötekileştirme;aklı, düşünmeyi, sorgulamayı, analizi ötelemektedir.
Düşünmenin, değerlerin kaybolduğu toplumlar magazinleşir. Magazin haberleri, programları daha çok izleyici bulur. Basın- yayın için en önemli mesele de bu. Böylece düşünmeyen, akletmeyen bir toplum oluşur.
Ülkemde sanki iktidarlar değişiyor, muktedirler değişmiyor.
“Birileri bizi gözetliyor.” Sosyal ve ahlaki çözülmüşlüğümüzün çetelesi tutuluyor ve 1453’ün intikamı böyle alınıyor. Sizin hava limanlarınız, Marmaray’larınız, otobanlarınız…. düşmanı çok ilgilendirmiyor. Düşmanın ilgi alanı sizin ruhi, ahlaki, sosyal milli direnciniz; Batılılaşma serüveniniz.
“Asıl yenilgi düşmana benzemektir.” diyor, İzzet Begoviç.
Batılılaşmanın üç asırlık sonucu: Bir toplumun kendi kendini sömürgeleştirmesi.
Sorumlular;
Kafanızı kuma gömmenin anlamı yok. İstatistiklere bakın. Hiç yolunuz hastaneye, karakola, emniyete, hapishaneye, adliyeye düşmüyor mu?
“Körlerle sağırlar birbirini ağırlar.” modundan çıkın ve bu ahlaki, sosyal depremi fark edin. İkdidar güneşi, konfor sizi mayıştırmış farkında değilsiniz.
Ey Sosyoloji!
Ses ver! Lütfen “ben”i “bana” anlat! Ben gerçekten böyle miydim? Bu hal benim gerçeğim mi? Türk’ün seciye ve ahlakı böyle miydi?
Bugün, ülkeme, anama, babama, akrabama, insana, hayvana, tabiata yaptığımı geçmişte, savaşta bile düşmanıma yapmadım!
Benim “helâl”e, “haram”a bakışım böyle miydi?
“Anaya babaya öf bile deme.” “Haramın binası olmaz.” “Öfkesine kefil olanın yeri cennettir.” “Fitne katilden beterdir.” “Yılan bile toprağı kanaatle yer.” “Bereket sofranın kırıntısındadır.” “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” ‘’ Devlet malı, yetim malı’’………..
Bugün bu ifadelerin neresindeyim?
Unutmayın, “Toplumların çöküşü binaların çöküşü gibi ses çıkarmaz.”
Sözgelimi, Kahramanmaraş’ta deprem olur, binalar yıkılır, binlerce insan ölür görürsün, acıyı hissedersin; ama Kahramanmaraş’ın ahlaki, sosyal depremini hissedemezsin veya bu depremden; yıkılan binalar, “Buraya niçin yapıldı, neden demir, çimento hırsızlandı?” diye bir ahlaki sonuç çıkarmazsın.
Hülâsa olayların sonucunu konuşmak en kolay olanıdır, ahmaklıktır, basiretsizliktir, oyalanmaktır, sorgulamayı kuma gömmektir.
Olayların sebeplerini sorgulamak; düşünmektir, tefekkürdür, yorgunluktur.
Kendimize gelmezsek Allah korusun sonumuz Endülüs gibi olur.
Hani Endülüs’ün düşüşü anında ağlayan devlet başkanına anası tarihi bir söz söylemişti ya:
“Meydanlarda erkekçe dövüşmeyene, şimdi ağlamak düşer.”