Suriye’de yönetim ve harita değişiyor gibi, Sünnî Müslümanların elde ettikleri elde kalırsa -ki, inşallah kalır- meşhur deyişle yetmiş iki buçuk fırkanın yaşadığı bir coğrafyada hâkim unsur Sünîlerin, diğerleri ile ilişkisi nasıl olacak, nasıl olmalıdır?
Diyalog, birlikte yaşama, insan hak ve hürriyetlerine riayet mi, ayrımcılık, ve soykırım mı?
Sorduğum soruya, 2006’dan önce yazdığım ve Hayatımızdaki İslam-2 isimli kitabımın 2006’daki internet baskısında yer alan “diyalog” konusundaki yazımdan kısımlar aktararak başlayacağım; bu arada beni diyalogcu ilan edenler, nasıl bir diyalogdan yana olduğumu da -istiyorlarsa- anlamış olurlar:
Bahsettiğim yazımda diyaloğun mana ve maksadını şöyle açıklamıştım: “Farklı inanç, dünya görüşü ve hayat tarzına sahip fertler ve gruplar arasında yapılan buluşma ve görüşmelerin birden fazla amacı vardır; bunlardan bazıları da şunlar olabilir: 1. Birbirlerini tanımak, doğru bilgi sahibi olmak, 2. Biri diğerini ikna ederek kendi inancına ve hayat tarzına insan kazanmak, 3. Gruplar arasında veya bütün dünyada mevcut ortak problemlerin bir kısmını çözmek, bütün taraflar için faydalı olacak bazı eylemlerde işbirliği yapmak...”
Başka yazılarımda, geçmişten günümüze, bu maksatlara da örnek teşkil edecek diyalog uygulamalarından söz ettim, örnekler verdim. Ancak geçen günlerde izlediğim bir tv programında diyaloğa karşı olanların, daha çok, 1962-1965 yıllarında yapılan II. Vatikan Konsili’nden sonra Papalığın adını koyduğu, kavramlaştırdığı ve uygulamaya başladığı diyalog üzerinde durduklarını fark ettim… Bu konuda TDV İslam Ansiklopedisi’nin Konsil ve Hristiyanlık maddelerini okumalarını ilgi duyanlara tavsiye ederim. Oradan birkaç pasaj: