Modern zamanlara geçişle birlikte ortaya konulan siyaset felsefeleri ve ilerleme düşüncesi dünyanın geleceğine dair kuvvetli bir iyimserlik üretmiştir. Daha çok Hıristiyanlığın milenyum düşüncesi ve mesiyanik yaklaşımının sekülerleştirilmesinden mülhem bu iyimserlik farklı düşünce insanları tarafından dile getirilmişti. Daha da önemlisi, bu iyimserliğin siyaset ve sosyal bilim alanlarındaki yansımaları bir toplumsal mühendisliğe doğru da öykünmüşlerdi.
Elbette dünyaya dair bir iyimserliği yükseltmek en azından psikolojik etkileri itibarıyla önemsenebilir. Hatta bu iyimserliği farklı politikalar içerisinde hayata geçirmeye çabalamak ortak insani çabaları teşvik edebilir. Fakat bu düşüncelerin mitoslaşmasıyla dünyadaki farklı güç odaklarının mühendislik tasarımına dönüşmesi, en azından bugün yaşadığımız krizlerin yükselişini beslemiş görünmektedir.
Batı’da modern duruma geçişle birlikte hümanist eksenli bir değerler seti oluşturulmuştur. Bu geçişte zihni arkaplanı büyük oranda kilise dolayımlı olarak dinin insan ve gündelik hayattaki nüfuzunu azaltmak şeklinde işliyordu. Elbette kilisenin tahakkümü bir gerçekti; fakat ilerleyen süreçte Aydınlanma düşüncesinin saflaştırılmış rasyonalitesi iki büyük dünya savaşının gerçekleşmesini engelleyemedi. Hatta postmodernlikle birlikte gelinen noktada akıl ve bilim nosyonlarına olan güvensizlik ile birlikte tekrar mitoslara geri dönüldü.
Diğer yandan Fransız İhtilali’nin ardından geliştirilen ve yüzyıllar içinde düzenlemeler yapılan insan hakları bildirgesi, en azından tüm dünya ölçeğinde “evrensel” olduğu noktasında iddialı idi. Daha da ötede hümanist merkezli olarak “insan”ı korumak üzere hareket ediyordu. Esasen modernlik içinden ortaya çıkan seküler ideolojilerin hepsi dünyanın sonuna dair iyimser bir ütopya resmi çizmekte idiler.