(Salgının alevi tüm dünyayı sardı. Evlere kapanmış ekrandaki ölüm haberlerini izliyoruz. “Hayat devam ediyor” derler.
Hangi hayat?
Biraz nefes almak, umut ve korku arasında iken umuda yelken açmak için gündemi değiştirmeye ne dersiniz? Ölümden öteye kapı açalım. Geçip giden hayatımız hakkında bir muhasebe yapalım. Ölümden ders alalım.
Kainatın kitabından üç levha getirdim. Şifa niyetine diyelim.)
Değirmen arkı evin önündeki ıhlamur ağacının altından geçiyordu. Yaşlı adam ahşap sandalyesinin dört ayağını arkın suyuna gömmüş, sandalyenin sırtını ıhlamura yaslamış, pantolon paçalarını çemrelemiş çıplak ayaklarından birini suya salmış, öteki sandalyenin üzerine çekili, elde yasemin ağızlık ve tütün, yüzü bahçeden yana dönük oturuyor.
Suda yarpuz ve nane kokusu.
Değirmen suyu kasabayı gölgeleyen tepelerin arasına kılıç gibi girmiş bir boğazın epeyce ilerisinden çevriliyor. Tepeler meşelik. Meşelerin koyu yeşilleri arasında ardıçların, karamukların, akçakavakların sarıya uçan açık yeşilleri dalgalanıyor. Birkaç yamaç tarla bu yeşilin ortasına sarı başaklarını sermiş oturuyor.
Dereboğazı tepeleri geçip, sarp kayalara vurarak, geride eflatun buğulara bulanmış Aladağ’ın karlı doruklarına doğru yol alıyor. Aladağ’ın karı yaz-kış kalkmıyor. Temmuzun şakırdayan güneşi üzerine çöreklense bile, kovuklarına, koyaklarına birikmiş kar, gide gide zirveye kadar gerilese bile büsbütün yok olmuyor. Eteklerde yüzlerce pınar, parıltılı damlacıklar sıçrata sıçrata aşağılara, dere içine iniyorlar. Katır tırnaklarından, dağ lâlelerinden, sümbül ve çiğdemlerden toplanan koku suya siniyor. Kendini bir o yana, bir bu yana vura vura köpüklenen dere hızla akıyor. Boğazı geçene kadar her yamaçtan, her kaya dibinden bir küçük kaynak daha katılıyor suya. Gürgenlerin, kestanelerin, kayın ormanlarının gölgesi düşüyor. Gölcüklerde, suyun incelip süzüldüğü yerlerde alabalıklar oynaşıyor.