İnsanoğlu zayıf mahlûk. Sıcak olur sıcaktan, soğuk olur soğuktan; az olur azdan, çok olur çoktan şikâyet eder. Nefis dokuz canlıdır, gördüğünü ister. Canımız-malımız selamette, keyfimiz yerinde ise güler oynarız; bu nimetlere şükretmek aklımızdan geçmez; az bir tehlikeye düşelim, biraz canımız yansın hemen feryada başlarız.
İnsanoğlu zayıf mahlûk. Sıcak olur sıcaktan, soğuk olur soğuktan; az olur azdan, çok olur çoktan şikâyet eder. Nefis dokuz canlıdır, gördüğünü ister. Canımız-malımız selamette, keyfimiz yerinde ise güler oynarız; bu nimetlere şükretmek aklımızdan geçmez; az bir tehlikeye düşelim, biraz canımız yansın hemen feryada başlarız.
Sabır dünya hayatında nefisle olan imtihanımızın başlıca ölçüsüdür. Bakınız onun mânâları içinde neler var: Bir kere katlanılması zor acılar, sıkıntılar, haksızlıklar karşısında metin olmak lazımdır. Yoksulluk, yakınların ölümü, ayrılık, hastalık ve burada saymayı lüzumsuz bulduğum pek çok felaket karşısında şikâyet etmeden, sızlanmadan olana
rıza göstermek her babayiğidin harcı değildir. Parmağımıza
diken batsa dünya başımıza yıkılmış gibi feryat ederiz.
Ateş düştüğü yeri yakar. Doğru. Veren de Allah, alan da Allah. Madem ona teslim olmuşuz; “lütfun da hoş,
kahrın da hoş” diyebilmeliyiz. Ama nerde?
En basit meseleler yüzünden aniden parlayarak ya kavgaya tutuşur; ya bağırmaya başlarız. Öfkesini dizginleyenlere ne mutlu. Beklemeye tahammülümüz yoktur, çokluk sıraya riayet edemeyiz. Ne olacaksa bir an önce olsun, ne gelecekse bir an önce gelsin deriz. Bunun temelinde nefsin “elde etme, tatmin olma” duygusu yatar.
Bir kere azdı mı durdurmak
her kişinin değil, er kişinin harcıdır. Oysa nefsin bu sınır tanımayan arzuları hem
kendi ruhumuza, hem bedenimize, hem de çoğu kere başkalarına zarar vermektedir.