Tarih, ulus devletlerin oluşturulmasında kullanılan en önemli araçlardan biridir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren keşfedilen bu sihirli yöntem, yani tarihin araçsallaştırılması, 19. yüzyılda zirveye ulaşmıştır. Batı’da ve Doğu’da, dünyanın hemen her yerinde; tarihi olmayanlar bile, kendilerini mümkünse uzak bir geçmişe bağlamak için ellerinden geleni yapmışlardır. 20. Yüzyıl’da tarih araştırmalarının bu denli artması, büyük fonlarla desteklenmesi ve hemen hemen her ülkede kurumsallaştırılması da bundadır.
Eski Osmanlı coğrafyasının bu gelişmeden uzak kalması mümkün değildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki tarih tartışmaları ve Türk Tarih Kurumu’nun varlığı da bunun bariz bir göstergesidir. Bir istisna dışında, Osmanlı sonrası kurulan diğer Arap devletleri de benzeri arayışlara girmişlerdir. Mesela doğu Arap dünyasının en küçük devletlerinden biri olan Lübnan, geçmiş olarak, Fenikelileri keşfederken; Batı Arap dünyasında yine küçük bir devlet olan Tunus da Kartacalılar üzerinden kimlik inşa etmeye çalışmıştır.
Suudi Arabistan’da bu durum, tam tersine işlemiştir. Suud hanedanlığı kendi varlığını tarihi tespiti yerine; tarihin inkarı üzerine bina etmiştir. Kuşkusuz bunun iki temel nedeni vardı. Birincisi bedevi kültür anlayışının medeni hayatın tesisine yarayan tarihi reddetmesidir. İkincisi ve daha önemlisi ise Vehhabiliğin tarih telakkisidir.
Muhammed bin Abdülvehhab öncesini, küfür, dalalet ve cahiliye olarak niteleyen Vehhabilik, 18. yüzyıla kadar yaşanan bütün tarihi birikimi reddederek işe başlamıştır. İnançlarının merkezine oturttukları “tevhid” anlayışına göre; kıymet verilen, kutsanan veya vesile kılınan her şeyi “bid’at” olarak görmelerine sebep olmuştur. Bid’at ise şirk, yani Tanrı’ya ortak koşmak anlamına geldiğinden; kime ait olursa olsun, geçmişe ait her hatıra; dolayısıyla tarih topyekûn reddedilmiştir. Muhammed b. Abdülvehhab’ın öğretisinin ortaya çıktığı ilk yıllarda, yaşadığı Hureymila civarında sahabiden Zeyd bin Hattab’ın kabrini, şirke vesile oluyor diye tahrip ettirmesi de bu anlayışın sembolü olmuştur. Nitekim hakimiyetlerine geçirdikleri her yerde, mezarların üstündeki türbe ve işaretleri tahrip ve buraları ziyaretten men ederek, sözde şirki ortadan kaldırdıklarına inanmışlardır. Buna Mekke ve Medine’deki sahabe kabirleri de dahildir.