Sincan Kaymakamı olduğum yıllar…
Ankara’nın ilk Organize Sanayi Bölgesi kuruluş çalışmaları yenice bitmişti.
Bendeniz de İlçe Kaymakamı olarak kuruluşunda görev almış, bir hayli de gayretim olmuştu.
Nihayet çalışmalar semeresini vermiş, ilk ciddi teşebbüs de Arçelik Firması’ndan gelmişti.
Firma da kendine yakışanı yapmış, derhal yapıma başlamış ve kısa zamanda yatırımını tamamlamıştı.
*
O gün, Arçelik Bulaşık Makinası Fabrikası’nın açılışı yapılacaktı.
İlçe bayram yerine dönmüş, heyecan doruktaydı.
Zira açılış, Başbakan Demirel tarafından yapılacaktı.
Birçok misafirin yanında Koç Ailesi de oradaydı.
Program gereği konuşmalardan sonra açılış gerçekleştirildi. Mutad üzere fabrika baştan başa gezildi ve sonra yemeğe geçildi.
Yerlerimize oturmuştuk ki, “Vehbi Bey geldi” dediler.
Baktım. Tonton, cana yakın, sevimli bir adam.
Başbakanın yanına yönlendirmek istedilerse de o aldırmadı.
Yüzünde kocaman bir tebessümle konukları selâmlaya selâmlaya, saygı dolu bakışlar arasında bizim tarafa doğru geldi.
O güne kadar Vehbi Koç’u gıyabında tanıyordum. Aniden yanımda görünce hayli heyecanlandım…
Hürmeten ayağa kalkmak istedim.
“Oturun… Lütfen rahatsız olmayın” diyrek elini omzuma bastırdı, geçip yanımdaki boş koltuğa oturdu.
-Afedersiniz, dedi, sizi tanıyabilir miyim?
-İlçe kaymakamıyım, efendim!
-Ooo… dedi, genç kaymakam, gayretlerini duydum, teşekkür ederim.
- Asıl biz size teşekkür ederiz efendim, böylesi büyük bir kuruluşu ilçemize kazandırdınız; minnettarız...
- Bu işte pek katkım yok Kaymakam Bey; ben çoktan emekliyim.
-Olsun efendim, bu büyük şiketin kurucusu sizsiniz.
Alçak gönüllülükle:
-Ne diyelim, dedi, memlekete hayırlı olsun!
*
Yemek faslı başladı.
Mükellef bir sofra; yok yok…
Tüm konuklar büyük bir iştahla yemeğe başladı.
O ise bin türlü yiyecekle donanıp önüne serilmiş saray sofrasını, yesem mi yemesem mi diye gözden geçiren tok bir sultan gibi ilgisiz bakıyordu. Dayanamadım:
-Siz yemiyorsunuz..!? dedim.
Burukça güldü.
-Siz buyurun Kaymakam Bey, benim nevale şimdi gelir.
Ve geldi.
Sefer tası gibi bir kaptan haşlanıp soyulmuş bir patetesi tabağına koydular. Bana döndü,
-Bir de Vehbi Koç zengin derler, değil mi? İşte benim zenginliğim; gerisini başkları yer.
Biraz durduktan sonra gülerek,
-Üzerine biraz tuz serpmeme bile müsade etmiyor zalimler!
Ülkemizde büyük sanayi tesisleri kurarak, çok büyük işler başarmış mütevazi tavırlı bu büyük insanı ilgiyle dinliyor ve izliyordum. Bir ara cebinden kalem çıkardı.
-Bak Kaymakam Bey, dedi.
Önündeki peçeteye, rakamla “1” yazdı.
-Bu 1’e dikkat et dedi, “BU SAĞLIKTIR.”
Tahsil eder, önüne bir sıfır koyarsanız “on” yapar. Meslek edinir bir sıfır daha koyarsanız “yüz” yapar. Çok işler yapar, çok paralar kazanırsanız, bu da başka sıfırların ilâvesi demektir. O zaman rakam büyür de büyür; “bin” “milyon” “milyar” “trilyon” v.s. eder, değil mi?
Peki o “Bir” oradan silinirse geride ne kalır?
Gülerek cevabını kendisi verdi.
-Sayısı ne kadar çok olursa olsun sıfırların hepsi “sıfır” olur, değil mi?
İşte görüyorsun genç Kaymakam dedi, sağlık öyle bir “değer”dir ki her şey onunla anlam kazanır. O olmayınca her şey anlamını yitirir.
Değerini bilmek gerek!
*
Bu hatıra bana tarihî bi vakayı hatırlattı.
Kanunî Sultan Süleyman “Cihan Padişahı”dır. Her şey elinin ve emrinin altındadır.
Ve fakat hastadır, yatmaktadır. Haline bakar bakar da şu dizeleri döktürür:
“Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Bu günkü Türkçeyle demek ister ki:
“Halk padişahlık, vezirlik, valilik v.s. gibi makamlara çok değer verir.
Bilmezler ki bu dünyada BİR NEFES SAĞLIK en büyük devlettir.”
*
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti, bir zamanların Deli Dumrul'uydu.
Gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemezdi. Keskin zekâsını bileyen ateşli bir ruhu vardı. Gerçeği evire çevire, köre sağıra belletir, aklı karışığın aklını hırpalayarak kendine getirirdi. Akşam ne yediğini, sabah da ne dediğini bilmeyen, gücün şehvetine kapılıp kağnı gölgesini kendi gölgesi sanan siyaset esnafını hiciv oku ile kalbura çevirirdi. Onlara, ''Büyüklüklerinin aslında etrafındakilerin küçüklüğünden'' olduğunu, o yalın ve sivri diliyle bir güzel gösterirdi.
Çileli bir ömrün sonunda hastalanmış, yatmaktadır.
Dostları ziyaret ederek etrafında toplanmışlardır.
Herkese çay ikram edilirken onun da önüne bir bardak koyarlar.
Çayını karıştırmak ister. Takatı yoktur; elleri titremektedir.
Ve çayını karıştırmayı bir türlü beceremez. Esefle başını sallar:
-Hey gidi günler hey! der; bir zamanlar Türkiye'yi karıştıran SERDENGEÇTİ, şimdi bir bardak çayı bile karıştıramıyor..!