SAKURA ÇİÇEKLERİ
Wakayama, 1998.
Resmi bir ziyaret için onbeş gündür Japonya’dayız.
Japon yetkililer olağanüstü bir misafirseverlik sergiliyorlar.
Bir akşam yemeği sonrası Japonya İçişleri Bakanı resmi konuşması sonunda:
-Bilesiniz ki siz değerli konuklarımızın istekleri bizim için önceliklidir. Bize iletilmeyen başka istek ve arzularınız varsa yerine getirmekten onur duyarız.
Geldik geleli aklım hep bir konuya takılı. Tam fırsatı deyip hemen atıldım.
-Bildiğime göre burada bir Türk Şehitliği olacak, resmi programda göremedim. Mümkünse ziyaret etmeyi çok isterim.
Heyetteki bazı arkadaşlar, “ Burada Şehitliğin ne işi var?” der gibi yüzüme baktılar.
-Bir yerde okumuştum. Yerini hatırlamıyorum, ama burada bir şehitliğimiz olacak!
Arkadaşların şaşkınlıkları daha da arttı. Anlaşılan çoğunun bilgisi yoktu. Heyetten bir arkadaş,
-Yahu Kadir, burası dünyanın ta öbür ucu. Bizim şehitliğin burada ne işi var.
Japon İçişleri Bakanı sevecen bir tavırla,
-Doğru, burada bir Türk Şehitliği var, dedi.
Hemen protokol görevlisini çağırdı. Şehitliği sordu. Görevli, büyük bir saygıyla,
-Evet, dedi, burada bir Türk Şehitliği var. Wakayama İlindeki Oshima Adası’nda…
Herkes merak kesildi. Protokol görevlisi açıklamasını sürdürdürdü.
-1889 yılında Ertuğrul Fırkateyni adında bir geminiz gelir. Amaç, iki güzide milletin birbirini tanıması ve Türk- Japon dostluğunu tesis etmektir. Uzun süre mürettebatıyla birlikte bizde misafir kalırlar. Başta İmparatorumuz olmak üzere, tüm ilgililerle her sahada sıcak ve samimi görüşmeler yapılır, anlaşmalar imzalanır.
Nihayet 1890 yılının 15 Eylülünde dönüşe geçer. 16 Eylül gece yarısı Oshima Adası açıklarında, maalesef korkunç bir tayfuna yakalanır ve parçalanarak batar. Mürettebattan 532’si şehit olur. yalnızca 69’u kurtarılabilir
Bu açıklamayla duygusal bir hava oluştu. Bir arkadaşımız neredeyse ağlamaklı:
-İşte şimdi oraya gitmek, şehitlerimize bir fatiha okumak farzoldu oldu arkadaşlar!
*
Ertesi gün…
Dört saatlik hızlı tren yolculuğundan sonra vardık Wakayama’ya. Vali, Belediye Başkanı ve büyük bir kalabalığı bizi beker bulduk.
Bir motorla şehitliğimizin bulunduğu Oshima Adası’na geçtik. Adaya hakim bir tepede, ortasında kocaman bir anıt ve çepeçevre Şehitlik karşımızdaydı. Kapısında “ONURLU ŞEHİTLER ANITI” yazıyordu. Her yanda bayrağımız, Japon bayraklarıyla birlikte nazlı nazlı dalgalanıyordu.
Birde çiçekler…
Aman Allah… Bütün şehitlik göz alabildiğine cıvıl cıvıl renklerdeki bu çiçeklerle sanki bir cennetti.
Girişte ufak tefek, sivri seyrek sakallı, sevimli mi sevimli bir ihtiyar, naïf hareketlerle eğile büküle öne çıktı.
-Ben Kerem Kiyoshi Oishi, dedi… hoşgeldiniz. Kazazade Türk denizcilerini kurtaran balıkçılardan Okazaki Oishi’nin torunuyum. Şehitlik’in bakımı ve korunmasından ben sorumluyum. Burada 532 Türk Denizcisi yatıyor; bir de onların gelmesiyle açan Sakura çiçeklerini görüyorsunuz.
Yüzünü şehitliğe döndü. Gözleri kapalı, trans halinde adeta bir efsaneyi tekrarlıyormuş gibi,
-Sakura ağacı hayatın mucizesidir, mükemmel güzelliği temsil eder. Genç ölen bir samuray içinse hızlı, acısız ve şerefli bir ölümü anlatır; aynı zamanda yeniden doğuşu.... Burada yatan Türk Denizcilerine gelince...Onlar da birer samuraydır artık... Her samuray gibi vatanları için hızlı ve şerefli öldüler. Şimdi ise Sakura Çiçekleriyle yeniden hayat buluyorlar.
Ciddi bir tavırla,
-Bu şehitlikte açan Sakuraların tohumundan 532 adet Türkiye’ye göndermemiz gerek, dedi. Oraya dikilsin ki, yürekleri hasretle yanan Türk Denizcilerinin ruhları Sakura Çiçekleriyle vatanlarına kavuşup teselli bulsunlar.
*
Şehitliğin kapısından girdiğimiz sırada günlük güneşlik olan hava birden bulutlandı. Ardından siyim siyim bir yağmur başladı.
İhtiyar Oishi bir göğe, bir de tepeden tırnağa ıslanmakta olan bizlere baktı. İşaret parmağıyla yağmuru göstererek tuhafça gülümsedi.
-Islanmaktan sakınmayın, dedi ve devam etti. Ne zaman buraya bir Türk gelse muhakkak yağmur yağar. Artık öyle inanır olduk ki bu bir yağmur değil, vatan özlemi duyan Türk Denizcilerinin sevinç gözyaşlarıdır.
Sonra tuhaf tuhaf başını salladı.
-Yalnız bir kez yağmadı. O da Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı’nı burayı ziyarete geldiğinde...
-Sizce bunun bir anlamı mı var? diye sordum.
-Araştırdık, dedi; meğer varmış… Öğrendik ki, Türklerde asker komutanının önünde ağlamazmış...
İşte bu son sözlerle koptum. Artık gözyaşlarımı saklamamın bir gereği yoktu. Nasıl olsa şehitlerimizin gözyaşlarına karışıyordu.
Bütün arkadaşlar da benden farksızdı. Hatta Japon yetkililer bile…
Resmi tören bitiminde, şehitlerimizin mezarlarını dolaşıp dualar ettik. Sonra yemek ve sohbet için küçük bir salona buyur ettiler. Yemek esnasında ihtiyar Oishi uçsuz bucaksız okyanusu gösterdi.
-Buralar gözalabildiğince İNCİ TARLALARI, dedi. Dünyanın en özgün ve güzel incileri buradan çıkar. Hele de bu deniz kazasından sonra daha bir güzelleşip anlam kazandılar.
Bir arkadaş sordu.
-İnci nasıl oluşur?
İhtiyar Oishi,
-Bunu size bir efsaneyle açıklamak isterim, dedi.
Gözleri kapadı, adeta transa geçti.
Yüzünü okyanusa döndü. İdrakinde zorlandığından olacak, aklının ruhuna sığınışını yansıtan bir tavırla Japonca sözcükler ağzından dökülmeye başladı.
Tercümana rica ettim,
-Not alıp Türkçeye çevirebilir misiniz?
-Elimden geleni yaparım, deyip hızlıca not almaya başladı.
“Çok eski zamanlarda
Yeryüzüne yağmurlar yağardı
Okyanus derinlerinde
Garip bir istiridye vardı
Halince yaşardı
Günlerden bir gün gaipten bir ses
''Gel, dedi; gel beriye!
İçinde aşk olmayan yürek
Ya bir ölüye aittir, ya bir deliye...''
*
Garip istiridyeye bir haller oldu
Vardı vardı “Bir Damla”ya aşık oldu
Yüreği onun hasretiyle doldu
Koca deryaları süzdü taradı
Ömrünce durmadı, o‘Bir Damla’yı aradı
Buldu sonunda o”Damla”yı
Hasretle kucakladı
Özbenliğinin sevİNCİ yaptı
Pişirdi içindeki sevda ateşinde
Yüreğine İNCİ yaptı...
*
Gün gelirde yolunuz Japonya’ya düşerse…
Mutlaka Wakayama’ya uğrayın!
Uğrayın ki…
Şehitlerimizin sevinç gözyaşları sizi de ıslatsın!
Ve o şehitlerimizin ruhuyla daha da güzelleşmiş incilerden sevdiklerinize getirmeyi de unutmayın!