Bugün 10 Ocak, İDARECİLER GÜNÜ…
Osmanlı aydınları, “Devlet Adamı Kıtlığı”na “Kaht-ı Rical” demişler.
Sakın “memlekette adam kıtlığı mı var” demeyin.
Öyle zamanlar olur ki, gerçek devlet adamı mumla aranır.
Hele hele siyasi, ekonomik ve sosyal bunalım anlarında…
Vatandaşların, “Ah be başımızda şöyle bir devlet adamı olacak ki…” diyen serzenişlerini sık sık duyarız.
*
Peki bu niçin böyledir?
Çünkü hayat değişken ve dinamik bir olgudur da ondan.
O yüzden hayat, kaide ve prensiplerin dar kalıplarına asla sığmaz.
Oradan buradan aşırılmış ithal formüller zaten bir işe yaramaz; yaraları sarmaz.
Kanun ve yönetmeliklerde ise yürek sıcaklığı yoktur; katı, soğuk ve ruhsuzdur.
*
İşte liyakatlı İDARECİ böyle durumlarda gerekir.
O, mevzuatın soğuk, kuru mazeret bariyerlerinin arkasına asla saklanmaz. Vatandaşın dertlerini, acılarını, ıstıraplarını hasta anasını sırtlar gibi sırtlar.
İnsanımızın yürek paralayan acılarını, kanayan yaralarını yürekten bir sezişle görüp, bir fırça darbesiyle mucizevî tablolara dönüştürebilen bir sanatkârdır “Gerçek İdareci”.
Ve o, büyük ruhuyla bir değil bin kalbe şifa olur.
*
Bu anlamlı günde, size böylesi bir idareciyi tanıtmak istedim.
O benim de arkadaşım ve dostumdu.
Görünüşte bir şey olmadığı sanılan, fakat arka planda her şey olan bir idareci, bir “DOSTU”tu.
“ Suret sirete şahittir; başka şahit zaittir” sözünü doğrularcasına kavli ile de, fiili ile de dosttu…
Bendeniz Aksaray’da, o da Niğde’de iken komşuluk yaptık.
Ve onu daha da yakından tanıma fırsatını buldum.
*
Diyeceğim odur ki, görünen hizmetlerin değil, görülmeyen himmetlerin adamıydı.
İlim, irfan, feraset sahibiydi.
Vicdan ve adaleti önde tutan “Bilge Bir Devlet Adamı”ydı.
Titiz, nezaketli, beyefendi, dikkatli, rikkatliydi.
Sözü kökünden kavrayan babacan bir dili vardı. En acı sözü bile acıtmadan söylerdi.
*
Görev yaptığı illerde, sesi olmayanların sesi, kimsesi olmayanların kimsesi oldu.
Uysal iyiliğiyle her yükün altına herkesten önce girerdi.
Her şeye, heryere yetişme cehdinde canlı bir bereket gibi dolaşırdı halkın içinde.
Kötülüğe kilit, iyiliğe anahtar olduğunu çok görmüşümdür.
Bazı "Meşhur Meslektaş"lar gibi devletin kesesinden kasasından farfara yaparak, kendini allayıp pullayıp “reklam ve pazarlamaya” asla tenezzül etmedi.
İşini hep sessizce, derin ve etkili yaptı.
Çirkini, kötüyü dahi düşmanlaştırmadan dönüştürebilmenin dilini, sırrını ondan daha iyi bilenini görmedim. Duygularla örülmüş kendine güvenli, umutsuzlukları umuda çevirebilen, sevgi dolu bir yüreği vardı.
Resmi görünüşünün ardında renkli dünyaların çiçeklendiği bir insandı.
Gözlerindeki şükran duygusu ve gönlünden kopan sözcükler sıcak bir okşayış gibi insanımızın yüreğini ısıtırdı.
Zihni ayık, gönlü açık, Yusuf Peygamber mizaçlıydı.
Ölgün ruhlara diriliş ırmağından gülden taslarla su taşıyacak kadar naifti.
Valilik vazifesi onun için, devletin bir görev emanetiydi ve namus kabul etmişti.
Vicdanını vestiyere asıp ta makamına oturanlardan olmadı.
Onda gördüğüm idarecilik anlayışı, sadece bir makam değildi; sahip olduğu değerlerle bir duruştu.
Tüm idarecilerde az çok bulunan her türlü kibir, kıskançlık ve kişisel komplekslerden uzaktı. Takdirleri, tenkitleri ve uyarıları okşarcasınaydı; özendirici, yapıcı, naif ve nükteli...
Hayranlıkla gözlemişimdir; vatandaşlarla ilişkilerinde duygulu ve hünerli bir kuyumcu inceliği vardı. Bakışlarında sevgiyle çırpınan bir kalbin kanat vuruşlarını görmemek mümkün değildi.
Elinin değdiği herşey düzelen, gözünün gördüğü herşey çoğalan bir gönül işçisi gibi çalışırdı.
İkbal sever değil Hak severdi.
Hakkı hukuku makama kurban etmedi. Tam tersi, yeri geldi bulunduğu makamı Hakka hukuka feda etmesini bildi.
Valilik yaptığı her ilde bayrağa kumaş, fukaraya aş, garibe yoldaş oldu.
Görev süresince saz çalanlardan olmadı; hep kışa hazırlık yapan oldu.
Dilinden hiç düşürmediği bir ilkesi vardı ki, onun idarecilik düsturuydu:
"Adalet, güneş ışığı gibidir; her evin penceresinden eşit girmiyorsa orada devleti aramayın!"
*
Onur ve saygı sanki onun mayasındaydı. Bir idare adamında bulunması gereken o büyük ruhluluğu ise doğuştandı.
O sebepledir ki, istisnasız her kesimden vatandaşın hürmet celbine muvaffak oldu.
*
Ülkemizin fiziki haritasını en iyi bilen kimdir, bilemem.
Ama, o ülkemizin sevgi haritasını en iyi bilen bir idareciydi.
Bütün gayreti, birlik ve beraberliğimiz içindi. Toplumumuzdaki kronik ayrışmaların ve düşmanlıkların kaldırılmasına dönüktü. Kardeşliğe kan bulaştırıldığı, sevgilerin kirletildiği bir ortamda bile, direksiz ve dirençsiz vatandaşların limanı oldu; her fırsatta yara sardı.
*
Lehinde bile olsa reklam edilmesini asla istemezdi.
Onun için anlatılanlar, kendi istemi dışında basına yansıyanlardır.
İşte onlardan bir tanesi:
Yıllar önce, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden bir minibüsü polis kimlik kontrolü için durdurur...
Ayakta seyahat eden bir beyin kimliğine bakan polis memuru hayretler içinde dona kalır.
Kimlikte Bilecik Valisi yazmaktadır.
İlk şaşkınlığı atlatan ekipteki polisler,
"Sayın valim” derler, “müsaade edin sizi biz götürelim"
"Teşekkür ederim, tatildeyken devletin aracına binmem" deyip nazikçe reddeder.
Bu olayda da görüldüğü gibi, vali olduğunu belli etmeyecek kadar alçak gönüllü ve duyarlı… Vali olduğu anlaşıldığında da, sanki bir kusur işlemişçesine müeddep bir kız gibi mahcup olurdu.
Kamu kaynakları konusunda, Ankara'ya, valiler toplantısına kendi biletini alıp otobüsle gidecek kadar da hassastı.
*
Bir ara, zamanın Niğde Belediye Başkanı ziyaretime gelmişti.
Sohbet sırasında Vali Bey’i öylesine sordum.
Başkan gözlerini karşıya dikip uzun uzun düşündü.
Kafasında soruma münasip bir cevap aradığı belliydi.
Verdiği cevabı hala unutamam:
-Sayın Valim, dedi, bu sorunuza tam bir cevap vermeye kalksam akşama kadar konuşmamız lazım. Özetle diyebilirim ki, bizim Vali
Hem REFİK, hem ARSLAN, hem ÖZTÜRK’tür.
-Helal olsun Başkan, dedim, ciltlerle kitap yazsam Valinizi bundan güzel anlatamazdım. Tam da ismiyle müsemma bir cevap oldu!
*
Bendeniz de bugün münasebetiyle,
Hem Refik, hem Arslan ve hem de Öztürk olabilecek idareci sayısının çoğalması dileğiyle,
Meslektaşlarımın İDARECİLER GÜNÜ’nü yürekten tebrik ediyorum.