Bendeniz pek tv izlemem de...
Belgesel veya yarışma olursa ara sıra bakarım.
Geçen gün atv’de “Kim milyoner olmak ister” adlı programa takıldı gözüm.
Kenan İmirzalıoğlu’nun karşısında yaşını başını almış bir bayan…
Saçları boyalı, hem de cartlak sarı…
Yeni takdırdığı dişleri ağzına sığmıyor. Yüzü gözü aşırı makyajlı. Sanki düz duvara sıva yapmış…
Sözcükleri ise ağzında yuvarlaya yuvarlaya, aygın baygın öyle bir konuşuyor ki… Evlere şenlik.
*
Fizikî görünüşü hadi neyse de…
Fakat söyledikleri akla ziyan!
Konu Avrupa milletleri. Kenan İmirzalıoğlu soruyor;
- İngilizleri iyi tanıyor musunuz?
Bu soru kadının öylesine hoşuna gidiyor ki, birden gözleri parlıyor, ağzı kulaklarına varıyor; İngiltere’yi yere göğe sığdıramıyor.
Oraya hiç gitmediğini, ama çok araştırdığını, çok okuduğunu ve İngilizler’i bütün yönleriyle çok iyi tanıdığını uzun uzun anlatıyor.
Neler neler söylemiyor ki..!
Ağzını yaya yaya, dudaklarını eğe büke, dilini kaydıra kaydıra, “Ay Ay”larla,”Vay Vay”larla, beyin yakan öyle övgüler düzüyor, öyle övgüler düzüyor ki… Akla ziyan.
-Onların dillerini, örf adetlerini tanımak istiyorum, diyor. İngilizler gibi söylemeye çalışarak, “İrland, İsland” oraları çok görmek istiyorum; çoook… çook, diyor.
-Tabi önce İngiltere… diye tekrar ederek, hiç gereği yokken sözü Kraliçe’ye getiriyor.
-Kenan bey diyor, Kraliçe Elizabeth var ya... Kraliçe Elizabeth… Ay…Ay… Hele onun şu el sallaması var ya… Bayılıyorum. Bu onun sevgisidir, Kenan bey, diyor; bu onun sevgisidir.... Bundan böyle İngiltere’yi biraz daha fazla seveceğim. Buradan seyircilerimizi Kraliçe Elizabeth gibi el sallayarak selamlamak istiyorum.
Ve sallıyor…
*
Muhabbetin sonunda beklenen soru geliyor:
“1980’lere kadar hangi ülkedeki yetim, gayri meşru doğmuş, ebeveyni alkolik, ayrılmış veya fakir olan çocuklar devlet tarafından açık artırmada satılarak çiftliklerde zorla çalıştırılmıştır?”
A: Danimarka
B: Norveç
C: İsviçre
D: Belçika
Hatun bu şıklar karşısında iyice afallıyor; hatta aptallaşıyor.
-Aaa… Olamaz diyor, olamaz… Bunlar Avrupa ülkeleri yani… Bunlar kültür düzeyi yüksek, medeni ülkeler. Olamaz! Ortadoğu, Uzakdoğu ülkelerinden biri olsaydı hadi neyse... Şimdi şaşırdım… Çok şaşırdım!
Doğru cevabı bulabilmek için bu şıklar üzerinde uzun uzun düşünmeye başlıyor. Sevgi ve hayranlığının tezahürü olarak elini kalbinin üstüne koyuyor.
-Bunlar içinden, İsviçre’yi şöyle bir kenara koyuyorum, diyor; o kesinlikle olamaz! İsviçre farklı… İsviçre çok farklı… diye devam ediyor. Tercihler içinde Almanya olsaydı az çok anlardım ve benim için cevabı biraz daha kolay olurdu. Ama şimdi…
Epey düşündükten sonra, yapılan bu akıl almaz zulmü nedense Danimarka’ya yakıştırıyor.
“Danimarka son kararım,” diyor.
Fakat doğru cevap İsviçre çıkmasın mı?
Hemde iki saattir ayran budalası gibi hayran hayran anlatıp toz kondurmadığı İsviçre…
Kafasında canlandırdığı bütün fantezileri, bütün hayalleri sanki yıkılmış gibi ne diyeceğini bilemiyor.
-Aaa… diyor, aaa…. Böyle güzel böyle kültürlü, böyle medeni, böyle sevimli, böyle… Hayır olamaz! Mümkün değil İsviçre olamaz!
Hatuncağız, kafasının en hassas yerine yumruk yemiş bir boksör gibi abandone oluyor; şaşırıyor.
O şaşırsa da ben şaşırmıyorum.
Ne acı ki, zavallı kadının bu durumu toplumsal hastalığımızın bir tezahürü;
Bilinçaltımızın tam bir dışa vurumu.
*
Vahşi batı…
“Tek dişi kalmış canavar”
Mazlumların kanından, gözyaşından beslenen bir zulüm makinası!
Yüzyıllardır insanlığa etmediği işkence, yapmadığı zulüm kalmadı.
Halâ da ediyor.
*
Gerçek o ki, Hıristiyanlığın, “Bir yanağınına vurana öteki yanağını uzat” sözü tam bir propaganda aracı.
Haç ise, “Tek diş kalmış canavar”ın vahşi simgesine dönüşmüş. Kanlı bir pervane gibi dönerek insanlığın bedenini parçalaya parçalaya yürüyüşüne devam ediyor.
Bakmayın “insan hakları, demokrasi, hak hukuk…” yavelerine.
Bunlar maske!
Kaldırın maskeyi, o canavarın kanlı suratı karşınıza dikilecektir.
İşte o zaman göreceksiniz; sulhünün aldatıcı, susuşunun kudurgan, yüze gülmesinin hain, dostluğunun sahte ve yardımının alçaltıcı olduğunu...
*
Vahşi batı denen bu canavar, yüzyıllardır zulümlerinde sınır tanımadı.
Hangisini anlatsak bilmem ki…
Zavallı Kızılderililer…
Akla hayale gelmeyen işkencelerle, katliamlarla mallarına, canlarına, servetlerine el koydular.
Tam bir soykırım yaparak Kızılderili diye bir millet bırakmadılar yeryüzünde.
Hele Kara Kıta… Afrika!
Fransızı, İngilizi, İspanyolu, Portekizi, Amerikası ve de diğerleri…
Ne zulümler, ne zulümler ettiler; akla hayale sığmayan ne acılar yaşattılar insanlığa..!
Hala da ediyor ve yaşatıyorlar.
Anlatması ciltlerle kitap olur…
*
İşin en fecisi kendi durumumuz…
Tam da bu hatun kişide tezahürünü gördüğümüz gibi; Dostunu düşmanını tefrik edemeyen aşağılık komplekslerimiz, bilgisizliğimiz, şaşkınlığımız…
Daha 1980’lere kadar, mini mini, kimsesiz masum yavruları, acımadan devlet eliyle satan ve çiftliklerde köle gibi çalıştıran İsviçre’ye…
Ve de yüzyıllarca zulmün kitabını yazmış İngiltere’ye…
Dümura uğramış bir zihin ve körelmiş bir kalple serenatlar düzen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Halimize bakıyorum da…
“Tecavüzcüsüne aşık olan” birine mi benziyor?
Ya da, “ Çobanın çomağına sürtünen keçiye mi?
Yoksa, “Kasabın bıçağını yalayan koyun” a mı..?
Hangisine? Bilemem ki…
*
Bu zihin sıkışmasında rahmetli babam yetişiyor imdadıma.
O böyle durumları tam bir halk filozofu gibi izah eder, “Türk kaşığıyla gâvur b.ku yemeyin ulan!” diye azarlar çıkardı.
Siz nasıl adlandırırsınız bilmem ki?