Ön İnceleme duruşmasını ülke olarak benimseyip ilk yürürlüğe koyduğumuzda meslekte sanıyorum 18 yılı geride bırakmıştık. Harika bir heyecanla dava açıp ilk celsede neredeyse keşif, bilirkişi vs. safhalarını, hız sınırını! aşmadan yapmak suretiyle karar duruşması acaba ertesi duruşma yapabilir miyiz? gibi ciddi ciddi bir ufuk çizdiğimi hatırlıyorum. Nereden bilebilirdim Konya’da gittiğim ilk celsede hakimin bu duruşmayı bile 6 ay sonrasına erteleyip, zaman geçirme bahanesi olarak kullanacağını! Ya da İstanbul Anadolu hakiminin son derece ısrarcı olmama rağmen ilk duruşmada verilecek kararı 6 yıl sonrasında olgunlaştırıp adil! bir karar vereceğini.
Şimdi yine heyecanla beklediğim Seri Muhakeme Usulü ve Basit Yargılama Usulünün istatistikleri. İnşallah bu uygulama süreçleri de ön inceleme duruşması gibi bir dönemin kurbanı olmaz diye umuyorum! Bugünlerin bombası e-duruşma birbirimize güvenip, hukukçu olmanın tadını kıvançla hissedip, İstanbul gibi şehirde ömrümüze ömür katacak, bize zaman hediye edecek, trafik derdinden kurtaracak son derece verimli uygulayabileceğimiz süreçler. Fakat bir an önce her mahkeme yazı işleri müdürü ve katiplerinin eğitimle, uygulamaya hakim olacak surette, özgüvenli hale getirilmeleri şart gibi duruyor. Sadece dijital sistemin kurulması da yetmiyor. Uygulamanın keyfini yaşayacak surette eğitim şart. En basit kimlik kontrolü nasıl cezaevinde göz denetlemesi ile yapılabiliyorsa dijital ortamlarda bu daha kolay yapılabilir.
Basit yargılama usulü ile belirli suçlarda hakim savcı yoğun şekilde duruşma yükünden kurtulabilir. Seri muhakeme usulünde: yeterli şüphe olması halinde azaltılmış̧ ve bireyselleştirilmiş̧ yaptırım hususunda uzlaşmayı öngören ceza indirimi adliyelerimizin nüfus kapasitesini önemli ölçüde azaltabilir gerçektende. Pandemi esnasında en az adliye koridorları seyrekti! Okullar kapandı, hastaneler seyreldi ama Çağlayan, Kartal adliyeleri yine çok dolu ve haddi aşıyordu.
Beklentilerimiz arasında basitleştirilmiş, kısaltılmış adliye hikayeleri var cidden. Diğer türlü zürafa ormanda son sürat koşar. Fil sorar: hayrola zürafa kardeş nereye kaçıyorsun böyle? Bütün keçileri tutukluyorlar demiş zürafa. Sen keçi değilsin ki demiş fil. Zürafa kanter içinde: bunu mahkemede ispatlamak 20 yılımı alır. Fil ile zürafa beraber kaçmaya başlamışlar…
Elbette yargı strateji belgesinde gördüğümüz gibi, üzerinde çalışılmış ve bu kadar emek verilmiş hukukta reform hamlelerini anlatırken bu fıkraya bu yazıda yer vermek eleştiri alabilir. Ve haklı da olabilir. Fakat bu ülkede 28 yılını adliyelerde yaşamış bir hukukçu olarak kendi alanımda fıkrasız anlatımları bile hazmetmekte zorlanıyorum. Çünkü bu ülkede hukukçu olmak hele hele yargı üzerinden iktidar değişimlerini izlediğimiz zaman diliminde avukat olmak ayrı bir hüzün. En az 150 dosyada her müvekkilinin 28 Şubat yıkımına şahit olarak cübbe giymek ayrı bir talihsizlik. Kendi ekmek teknemiz içinde olmadık haksızlıklara şahit olmak bir başka kader tuzağı. Buna rağmen bir hukukçu olarak düşmeyen bir hak sancağını elde tutmak, savunmak, bir destansı mücadele elbette. Kırılıyorsunuz çünkü ve kırma refleksiniz gelişiyor. Zulme uğradığınızda zulmedenlerden olmak işten bile değil. (1). Sıradanlaşmamak için direnmek zorundasınız. Sabır ve gayrete dua katarak yol arkadaşı müvekkillerimizle mesafe alma tutkusu.2010 sonrası içinse hakim savcı şikayet etmeye alıştığım dönemlere ilişkin kendimi yargıladığım zamanlarda vicdanım, hiçbir şekilde aklımın yaptıklarını tersyüz etmek şöyle dursun! Neden bu kadar yaşanan elem ve ızdırabı sonu gelmez tazminat davalıları ile pekiştirmediğimi sorguluyor ne yazık ki?
Hukuk alanında, reform için atılan adımların neden tıkandığı hususunda bir örnek olması bakımından bu yazı yazılırken açıklanan Anayasa Mahkemesi’nin ikinci ihlal! (Enis Berberoğlu) kararını irdelemek isterim. Birinci ihlal kararının 14 ve 15. Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından uygulanmaması sonucu Anayasa Mahkemesi’nin konuyu tekrar ele alıp karar vermesi ne acıdır ki içtihat olarak hukuk düzenimizde yer alacak.
Neden bu ülkede bunlar oldu? Ve hep olacak gibi duruyor!
25 yıl hapis cezası alan bir gazeteci-milletvekilinin cezasının 5 yıla indirilmesinin hazımsızlığı mı? Ya da bu arkadaşın bu yargılama süreçlerine rağmen tekrar muhalefet partisince hukuka karşı hülle yapmak için vekil yapılması kadının, rövanş hamlesi mi? MİT tırları gibi uluslararası mihrakların tepe tepe kullandığı ve şayet 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa idi rahmetli Menderes’i asmak için uydurulan ne kadar delil varsa onları solda sıfır bırakacak surette kullanılmaya müsait bir hain tuzak… Milletin oyları ile seçilmiş bir milletvekilinin gizli kalması gereken sırları normal vatandaştan daha iyi bileceği ya da bilmesi gerektiği normal hayat tecrübesidir oysa.
Bu nasıl bir süreçtir ki toplumsal ayrışma hukuk safhasına gelene kadar içimizi acıtmaktadır. Çünkü hukuk düzeni bir konfor ister ve öncelikle bir derin ittifak üzere kurulan vatan coğrafyasında milletin ortak tarih ve gelecek hafızasıyla var olur. Aksi durumda hukuk düzeni, kurucu değerlerin genişleyip derinleşmesiyle, daralıp kaybolması arasındaki mücadelenin tarihinde araç sallaştırılmış bir kavram olarak sıkışıp kalacaktır. Adaleti yüceltmeyen, hakkı teslim etmeyen bir bozuk terazili hukuk düzeni olarak devam edecektir! Ruhsuz, duygusuz ve ilham vermeyen bir kurulukla.
İnsan yaşamının anlamlı kılan adalet, hak, güvenlik, inanç ve ahlak gibi temel değerlerin siyasi ve toplumsal hayatın temeli olduğunu söyleyen Farabi, “erdemli ilkeler” olmadan herhangi bir insan topluluğunun adalet, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkeleri etrafında buluşmasını imkânsız görür.
Erdemli şehir: ittifak sağlamadıkça adalet tesis edilemez. Memleket sevgisi bu büyük ittifakın mihenk taşıdır. En statüsüz bireyden, milletvekiline kadar eksiksiz olduğu düşünülür bayrak ve memleket sevgisinin. Bunun üzerinde yükselir hukuk düzeni. Güven sağlar ve adalet dağıtır.
Hukuk reformu için ne yaparsak yapalım pratik anlamda çözüm tesis etmiyorsa, Anayasa Mahkemesi kararları yap boz haline dönüşüyorsa tıkanıklık nerededir? Milletin ideallerle mayalanmış gönül ittifakını zedeleyen ve 2013 ten beri süregelen taarruzlar, vatan millet, bayrak ve peygamber sevgisinde buluşan ittifakı hedef almıştır. Kürsünün arkasında hakim savcı, önünde avukat ve vatandaş olarak, kendimizi herhangi bir toplum olarak görmek sıradanlığından uzaklaşmak zorundayız. Hukuk düzeni her enstrümanıyla bir orkestra gibi hareket eder. Silahların eşitliği olmazsa, adil yargılama olmaz. Kanuni hakim güvencesi olmazsa, masumiyet karinesi olmaz. Hak arama hürriyeti olmazsa, etkili başvuru hakkı olmaz. Hukuk öyle bir bütündür ki biri eksik kalsa adalet zehirlenir. Öyleyse hukuk düzeni ancak ve ancak derin bir ittifakla millet olma hamuru ile yoğrulmanın ahengi, toplumsal barış, elle tutulur gözle görülür hale geldiğinde içinde bulunmaktan zevk alacağımız bir camia haline gelebilecektir. ” Aynada kendine dürüstçe bakabilen ve tarihiyle yüzleşebilen bir Türkiye kendisiyle barışabilir ve özgürleşme yolunda kararlı adımlar atabilir… Darbelere, çetelere, faili meçhullere, vesayetçiliğe, ayrımcılığa, inkar politikalarına ve fiili, sistematik ve sembolik zulmün ve şiddetin her türüne karşı durabilen bir Türkiye bir millet olarak arınabilir ve güçlü bir gelecek inşa edebilir. Tarihle hesaplaşmak kendimizle hesaplaşmaktır. Türkiye’nin birkaç asırdır devam eden ve dönem dönem kronik hale gelen “kendi olamama” hastalığı, kimliğiyle kültürüyle, milletiyle, dini, etnik ve mezhebi zenginliğiyle yeniden barışmasıyla aşılacaktır.” (2)
BU DEĞİŞİME HAZIRMIYIZ?
Fransız İhtilalinin en önemli yazarlarından sayılan Jan Jack Russo , kendi biyografisini anlatırken, “doğumum annelerin en iyisinin ölümüne yol açtı” diye bahseder, kendi annesinin ölümü hakkında.
Gerçekten annesi O’nu doğururken ölmüştür.
Yaşadığımız dönemi esasen bu sancılı doğuma benzetmek ne kadar doğru olur? Amerikan Kongre binası saldırısına benzer ne tür ilkler yaşayacağımız çok fazla sürpriz sayılmayacak bundan sonra. Hissediyoruz. Büyük değişimlere gebeyiz. Yaşadıkları ne varsa sadece” yasalara uygun “olmasını isteyip tabi olmayı, emniyeti, düzeni, kurumu, üstleri tarafından övülmeyi onların gözüne girmeyi seven tebaa, otorite olmasa bile tarih boyunca onu icat ederek bugüne geldi. Artık bu bütün bozuluyor.(3)
Yeni bir dönemin işaret fişekleri arka arkaya gelecek ve bu düzen değişecek. Yeni dünya düzeni yine bir kısım mesela beş aktörün yapılandırdığı bir düzen olacak mı sorusu henüz cevabı kestirilebilir bir soru gibi durmuyor. Fakat bu düzenin dinamiklerini artık eskisi gibi onların koruyamadığı açık ve net olarak karşımızda duruyor.
Mısır Piramitlerini yaptırmak için binlerce köle çalıştıran Firavunları bugüne getirseniz iktidarı meşrulaştırıp insanları tebaa olarak çalıştıramazsınız. Fakat bir dönem yaşanmış bunlar…Her cemiyet bir öncekinin rahminde doğuyor gerçekten de. Büyük acılar çekiliyorsa eğer yeni toplum düzeni doğuran cemiyet hayatının, ölümüyle gerçekleşiyor Nazi Almanya’sında olduğu gibi.
Bunun içinse yeni bir Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi yeni bir düzen doğru yönlendirilen bir teknoloji, mimaride, sanatta, kültürde hayatın bir sürü kulvarında bu değişimin gelecek vizyonunda ayak izlerini hissettiriyor…
Bu girişi bir dönemin büyük şairi olarak gönüllerimize giren Necip Fazıl’ın dizeleriyle bitirelim
“Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım/Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım”. Çilenin büyük şairi bizim nesil için tatlı bir tebessüm iziyle hatırlanır nedense. Filmin cesur ve fedakar kahramanlarının muzaffer olacağı büyük doğu hayali ne güzeldi ama. Şairlerin rüyasını gördüğü altın çağın habercisi beyaz atlı kurtarıcıların gerçekten de hayalini kurdurdu bize. “Beyaz atlı süvari koştur atını koştur, sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları…..” Yaşasaydı eğer, beyaz atlı prens de olsa ağır imtihanlardan geçmeden ,insan olmanın etten ve kemikten yaratılmış olmanın macerasının büyük doğu kurulsa bile asla sona ermeyeceğini bugünde bangır bangır söyler: durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak diye haykırırdı !
DEĞİŞEN ENSTRÜMANLAR MI YOKSA HUKUKİ KULVARLARI KULLANMA BİÇİMİMİ ÖNEMLİ?
82 Anayasasının ikinci maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü düzenlenmiştir.1961 Anayasasında ise “insan haklarına dayalı “ifadesi vurgulanır bu minvalde. Bu nedenle Mümtaz Soysal, Bülent Tanör gibi hukukçular 1982 Anayasasını daha özgürlükçü kabul ederler 1961 Anayasasına göre. Kemal Gözler gibi bir kısım hukukçular ise 82 Anayasası için otorite yanlısı olmakla birlikte, hürriyetten yana oluşunu vurgular özellikle AİHM ‘ne uyum paralelinde gösterilen çabalardan dolayı.(4 )Buna rağmen 28 Şubat döneminde tüm devlet ve hükümet yetkilileri baskıcı, yıldırıcı ve dayatmacı bir post-modern darbeyi “insan haklarına saygılı” bu anayasanın yürürlüğü ve MGK kararları ile uygulamaya sokmuşlardır. At sahibine göre kişnemiş “ ve Türk Siyasi Tarihini 28 Şubat tarihlerinde yazılan kara lekelerden kurtaramamıştır.
Sened-i İttifak’tan, Islahat Fermanı’na, 1876 Kanuni Esasi’den ikinci meşrutiyete, 1921 birinci meclisten 1924 ve 1960 Anayasalarına kadar “huzursuz demokrasi “(5 ) 1982 Anayasasının 12 Eylül ürünü antidemokratik lafzı ve ruhuyla bugünlere uzanan bir demokrasi macerası , cumhurbaşkanını doğrudan halka seçtiren ve fakat meclise de fesih yetkisi veren Türkiye ‘ye münhasır başkanlı sistemin henüz ülke atmosferine yeni yeni intibak eden uygulamasıyla başka bir dönemece girmiş bulunuyor.
Nasıl olacak bundan sonrası?
Batıda ne oluyorsa, yönümüz Avrupa olduğuna göre orada nasılsa bu coğrafyada da aynısı olacak deyip bir kehanetle konuyu kapatabilir misiniz?
ELLER GİDER MERSİN ‘E
Neden bu ülkede deniz kenarları, özel villaların duvarları ile kapalıdır? Normal şartlarda deniz kenarları kamunundur ve 50 metreye yapılaşma yasaktır. Oysaki Kadıköy ‘den Beykoz’a ya da Eminönü’nden Kilyos’a kadar çok az kafanızı uzatıp denize bakabilirsiniz!
Neden düzenleme ortaklık payı dediğimiz mahalle aralarında yol, cami, okul ve çocuk parkı gibi alanlar için düşünülen DOP payı zenginlere ait arsalardan bir türlü alınamaz? Özbekler Tekkesi’nin tam karşısında yeniden restorasyon adı altında üretilen yapılaşmaya rağmen bir metre geri çekme olmadan tamir edilen eski duvar tüm mahallenin park yerini neredeyse yüzde elli küçülttü.
Neden 2021 in Üsküdar’ında hala çıkmaz sokaklarımız fazladır? Çünkü bir zenginin, ya da hatırlı bir hocanın bahçesinin belediye tarafından 18. madde uygulamasıyla yol olarak ayrılması gerekir. Ve bu işlem idare tarafından kolayca hayata geçirilemez.
Bu neden ve nasıl soruları o kadar artırılabilir ki meğer hukuk aslında göründüğünden fazlaca kılcal damarları olan ve toplumsal hayatı bir ahtapot gibi saran bir mefhum olduğunun farkına varırsınız! Çünkü karşınızda sadece bir Emine Karabulut cinayetinin insanlıktan nasibini almamış faili değildir hukuk sisteminin uğraşması gereken. Ya da Anayasa Mahkemesi kararını bir şekilde yerine getirmeyen 14. ve 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tecrübeli yargıçları mı problemdir! Ya da bir genel başkan yardımcısı ile iki gazeteciyi aynı anda dövdükleri halde “biz örgüt değiliz “hikayesini kamuoyuna yutturmaya çalışanların kim oldukları ya da nasıl örgütlendiklerini hukuk devletinin çıkmazları arasında koyarsınız mecburen. İstendiği zaman iletişim kayıtları hukuken herşeyi serer ortaya mamafih.
Haksızlığa uğrayan mağdur bazen öyle çığlık atar ki vicdanlar sızlar! Şeriatın kestiği parmak acımış fakat görenler duyanlar çaresiz kalmıştır. Bazen mahkemeler öyle hatalar yapar ki dünyaya geldiğine pişman olur vatandaş…
Dolayısıyla hukuk sistemi, batıda olduğu gibi sağlık, eğitim, siyaset ,kültür ve sanat hayatında kişiler arası hukuki ihtilaflarda devletin hakemliği yada kurduğu mahkemeyle görmeye çalıştığı adalet hizmeti olmaktan çıkar. Sıradan vatandaşla, devlet dışındaki diğer güç odaklarından arta kalan menfaatlerin dengelendiği bir mecraya dönüşmektedir. Başkanlı sistem bu ülkede hukuki süreçleri de insiyatif kullanma tembelliği ile zehirlemektedir adeta. Bireyi henüz yeni paradigma ile tarif edemediğimiz bir cemiyet hayatında son derece boş alanlar ürettiğimiz doğrudur ve bu alanda çok ciddi mesai harcamak zorundayız.
Hukukun amacı devleti değil, devlete ve diğer güç odaklarına karşı bireyin ve toplumun haklarını korumaktır. Devlet aygıtı: başkanlı sistemde bir kişinin temsil yetkisinde bütünleşse de hukuk düzeninin tüm doğruları ile, çabuk, net, kollektif liderlikle yol almak zorundadır.
HUKUK GERÇEK MECRASINDA YOL ALMALIDIR.
Bireyi devlete karşı korumalıdır hukuk. Özgürlük koridorlarını gücü oranında genişletebilmelidir. Hakim savcının kullanabileceği tüm enstrümanlar ancak ve ancak bütün bir kompozisyonun içerisinde sonuç odaklı değerlendirmelerle isabet bulabilir …. Bir istihkak davasının sadece şekil bakımından delillendirilmesi neredeyse iki yıllık bir sonuca hizmet etmektedir. Bir ağır ceza dosyasında iki bıçak darbesiyle gerçekleşen cinayet için 4 kişinin 25 yılla cezalandırılması ne kadar adil olabilir? Bir ön inceleme duruşmasının bütüncül değerlendirilmesi ve doğru analizi ile bulunacak sonuç ancak 5- 6 yıllık bir yargılama ile sonuç bulmuş ve İSKİ nin su kanalı geçirdiği yere yapılan inşaat için müteahhidin kusuru ile arsa sahibinin kusurunun birleştiği sonucu kime sürpriz olabilirdi ki? Yine kamuoyunun bildiği dosyalardan 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi sonrasında başlatılan operasyonlar kapsamında 10 Eylül'de gözaltına alınan Mehmet Altan 21 ay tutuklu kaldıktan sonra Haziran 2018'de tahliye olmuştu.
"Hak ihlali" yapıldığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvuran Mehmet Altan hakkında mahkeme tarafından aslında 11 Ocak 2018'de tahliye kararı verilmiş, ancak o dönem Altan'ın davasına bakan İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi tutukluluk halinin devamına karar vermişti. Yargıtay 16'ncı Ceza Dairesi sonuç itibarıyla Mehmet Altan’ın beraatına hükmetti ve “Kent Dindarlığı “gibi entellektüel bir kalem sahibi Mehmet ALTAN bir hukuk haksızlığının kurbanı oldu.
Bu garip hikayeler bitmek zorundadır.
Bu ülkenin hukuk camiası haksızlık yapmamalıdır. Yapamaz. Tarihin bu millete verdiği misyon bu hukuki cinayetleri engellemelidir. Esasen AYM ,15 Temmuz sonrası emsal bir karar vermişti. Demek istiyordu ki FETÖ dosyalarında genel şablon bu olsun ifade hürriyeti merkezli bakalım ve devletin tepesinin aldandığı bir kumpasta sade vatandaşa zulmetmeyelim. M. Altan dosyası bunun için bir emsaldi? fakat bizim kamuoyu olarak “ihanetin intikamına şartlanmak” gibi önceliklerimiz vardı? Hukuk vs. kesmedi hıncımızı. Maalesef. Sonuç bu. Mağduriyetler sürüyor ne yazık ki…
Uygulayıcılar, kürsünün arkası ve önü bir bütün fotoğraf olarak hukuku iyi uygulamayı istemelidir. Bunun için heyecan duymalıdır ki, hukuk reformu bir ihtiyaç olarak bağırsın. Sadece yasa değiştirerek gidilmez bu yolda. Üslubu beyan önemlidir, yolda nasıl yürüdüğünüz önemlidir. Özgürlüklere müdahil olmayan, ticaretin yürüyüşüne engel olmayan, sadece yasak olanı engelleyen ve hakkı koruyan bir hukuki yol tutturabilmeliyiz. Hukuk devleti ilkesinin hakim olduğu Avrupa hukukunda normatif dilin üstünde tabi hukuk (olması gereken hukuk) değil, “bilinmezcilik” esastır. Kuralların keskin uygulanması Hegel’in ifadesiyle “taş gibi bir devlet yapılanması “ bütün hukuksuzluklar için bir ab-ı hayattır . Hukuk hata yapamaz hale gelir bu devlet yapılanmasıyla. Bizde ise en üst norm, agnostik bir dille ifade edilmez doğrudan yaratıcının adaletinin tecelli edeceği fikri muazzam bir denetleyici olarak vicdanların üst mahkemesidir. Deliller tükendiğinde yapılan yemin teklifi, davanın kazanılmasının ya da kaybedilmesinin de izafi olduğunu, hakka tecavüz etmenin daha önemli bir cinayet olduğu hatırlatılır özellikle yemin edene. Davayı kazanırsa eğer bu sadece hukuk düzeninin ulaşabildiği sınırlarda haklı olduğunun tescilini ifade eder. Gerisi teferruattır.
____________________________________________________________
1-Hilmi Ziya Ülken: Aşk Ahlakı
2-İbrahim KALIN: Akıl ve Erdem
3-Aliya İZZEBEGOVİÇ: Doğu Batı Arasında İslam
4-Kemal GÖZLER: Anayasa Hukukuna Giriş
5-Bernard LEWİS: Çatışan KÜLTÜRLER