Tuğrul İNANÇER : 1925 den beri nefsi terbiye ile alakalı müsseselerin kapısına kilit vurulduktan sonra insanı nasıl kıymetlendireceğimiz ve şahsiyet olarak cemiyet hayatı içerisinde nasıl taçlandıracağımız sorusunu gündeme taşımaya çalışıyordu geçenlerde.
Zinhar 1925 öncesine dönmeyeceğiz elbette.Veya başka bir ifadeyle tekke ve zaviyeleri yeniden açmayacağız.
“Elin gavuru” diye bu cümleye devam etmek kimi toplum kesimleri için hala son derece cazip bir bağlaç olarak karşımızda duruyor.Fakat dünya artık o kadar “birlikte yaşıyor ki : ortak acılar,sevinçler, moda ve Yeni Zelanda cinayetleri gösterdi ki , birisinin diğerine sen hangi dağın karısın ?deme şansı bırakmıyor.
Öyleyse toplumsal dinamiklerimizin aç bırakılmadığını düşündüğümüz kurumsal disiplinlerin yani tekkelerin ,zaviyelerin esasen bir “meet up “ (*)buluşması olduğunu idrak etmek vakti geldi geçiyor bile. Evet yeni nesiller bu kurumları hayata taşıyabilir ve içeriklerini zenginleştirebilirler.
Mahallede denedim başaramadım. ”Televizyonları kapatıyoruz ,mahalleli toplanıyoruz” mottosuyla kızımın kanun çalacağı, oğlumun bağlama notalarıyla şiir okuyacağı ,yaşlı bir dedemizin öğütlerini, esprili bir karadenizlinin fıkrasıyla ortamı şenlendireceği bir “ Sultantepe Akşamı “çok güzel olabilirdi.Kısmet değilmiş.Üsküdar müftüsü : mahalledeki binası için yol açmadı.Sonra gençlerle “dünyada neler oluyor “ grubuna çevirdik işi.Enerjiyi, estetiği, sanatı geleceğe nasıl taşıyacağımızı konuşuyoruz her hafta..Bazen tepelere çıkıp kayarken- düşe kalka - konuşuyoruz. Yaz gelince dağ yürüyüşü ile devam …
Demekki eskiyi çok anmaktan ziyade , yeni şeyler söylemek ve yeni ortamları zenginleştirmek esas …Yeter ki niyet ve istikamet olsun….
….
Camın içerisini daha iyi görmek için elimi gözlerimin üzerinde tutup içeri baktığımda nasıl bilebilirdim ki ,ikinci el koltukları satan mezatçı ile pazarlık şansımı kaybettiğimi ..! En sonunda el sıkışırken söyledi bana.”İki kere geldin delikanlı “ diye mırıldandı davudi sesiyle.Alkol almadan duramayan ve çarşıda hikayesi müflis bir tacir olarak anlatılan bu adamın gözlemi beni şaşırtmıştı esasen, fakat çok takılmadım o günlerde. Odaklanmıştım. Mersedes araç aldığım gün geriye baktığımda sadece iki yıl geçmişti , aldığım koltuklarla iki yıl geçirdim. ”Ben idrakim” o günlerde ibret almaktan ziyade odaklanmak, çok daha iyi yaparım, kazanırım: ben yaparım ! biçiminde özetlenebilirdi.
Daha sonra kazandıklarım ve kaybettiklerimi düşününce başlama düdüğünde acele etmesem bile , mezatçıdan öğrenmeyi ihmal ettiğim onun da çok yapamasa da teslim olduğu : sabırla bezenmiş tevekkülle iki yıl geçirebilmenin özlemini duydum hep.
”Ben “ diye tarif ettiğimizin içinde esasen ne olmalıydı?
“Ey Niyazi katremiz cihana saldık biz bugün / katre nice anlasın umman olan anlar bizi” dediği gibi Mısri ‘nin : var olmakla birlikte “bir’ olan karşısında “ben” demekten haya eden bir uslup mu yoksa kendisini yaşadığı çağın idrakiyle moda tabirlerle tarif eden ve ne yazık ki daha çok kazanmak,ihtiras, haz ,iştah ,başarı çıtası gibi kelimelerin çok sık kullanıldığı bir karakter inşaasına mecbur bırakılmak.
Bu illet hala coğrafyamızın tepesinde demoklasin kılıcı gibi duruyor.
Çünkü bu hastalıklı karakter inşaası, eğitim ve öğretim sistemimizin de en önemli uru.Nesilden nesile sirayet ediyor.
Hal böyle olunca kendisi olmakta geciken birey : kendisini doğru tarif edemeyip bocaladığında , orman içerisinde domuz kurşunuyla gezen avcıların hedefi oluveriyor.”Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil “ ikliminde hiçbirşeyin mağlubu olmuyorsunuz esasen.Fakat paranın, tenin,haz ve iştahın karakterize ettiği mücadele alanlarında yenilmemek ,ezilmemek diye bir akıbet yok.
Dövülüp,yerden kalkıp rakibinizden daha üstün bir taktikle onu dövmeniz geçer akçe.O gözünüzü oydu ise, siz onun iki gözünü oyarak karşılık verdiğinizde başarı çıtasını yükseltmiş oluyorsunuz.Dövene elsiz, sövene dilsiz olmak şöyle dursun, işlediğiniz cinayetlerin arkasında ipucu bırakmadıysanız günün ve konjonktürün galibi olup çıkıyorsunuz…
Galip olmak zorundamıyız ?
İlla etrafımızdaki insanlar bize gıpta ile bakıp ,”ne kadar da çok parası var” diye dedikodu mu yapmalı ? Elbetteki hayır.
Peki neden “eller ne der “ putuna bu kadar prim veriyor cemiyet hayatı mız ve biz ?
Çünkü “BEN İDRAKİMİZ “ son derece problemli ve doğru istikamette gitmiyor çok zamandır.
Kendimizi tarif ederken asla kendi gönül coğrafyamızın dinamikleri ile tarif etmekten ziyade, batı düşüncesinin, filminin, hayat üzerindeki tahakkümünün tesiriyle bizde kendimizi tarif ediyoruz.Buna göre ortaya çıkan uslup da kimliğimizi, aile yapımızı ve ben idrakimizi şekillendiriyor.
Ben : dediğimizde anladığımız şeyin , bize yaradılmış şerefli bir varlık olarak güç vermesi gerekiyor öncelikle.
Ben dediğimizde anladığımız fakir : herneyse, gerekirse dünyayı değiştirmeye tereddüt etmeden niyetlenmesi gerekiyor.
Ben dediğimizde anladığımız para ve güç karşısında asla küçülmeyen, sahibi olduğunda da : imtihan tatbikatı yapmış, feragat edebilmenin hazzını defalarca tekrar etmeyi meşk olarak seçmiş olmak gerekiyor.
Ben dediğimizde :ölmeden önce ölen ve “ dün gece yar hanesinde yastığım bir daş idi ,altım toprak ,üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi “ iklimine yabancı olmayan bir sanat dili geliştirmemiz gerekiyor aynı zamanda…(devam edecek )
_____________________________________________________________________________ *Meet up : Avrupa’da sık kullanılan bir buluşma şekli, internet üzerinden bir örgütlenme ile, yüzmek ,gezi yapmak yada bir sinema filmi seyretmek için bir adreste hiç tanışmayan insanlar belirli saate buluşup organize oluyor.