Anadolu coğrafyasının bin yıllık kader çizgisinde olduğu gibi iktidar değişimi yada güncel tabirle seçim takvimi ülkenin bütün sosyal dinamiklerini gündemliyor. Osmanlı’da Çelebi Mehmet zamanından başlayan Fetret dönemleri, İttihat ve Terakki ‘nin bütün seçimleri, 1921 Anayasası sonrası meclisin feshi, 1946 seçimleri,1960,1971,1980 ihtilal sonrası seçimler,1993 Özal’ın ölümü sonrası seçimleri , 2007 E muhtıra sonrası seçimi , 2016 darbe girişimi sonrası Yenikapı Ruhu ve 2023 seçimleri son derece bariz : seçimin , sadece seçimden ibaret olmadığını , her müslüman Türk’ün ,yeryüzünün neresinde olursa olsun sırtını dayadığı ülke: Türkiye için , yeni dönemler açan iktidar değişiklikleri olarak karşımıza çıkıyor…
Bu nedenle seçim arefesinde neyin ne olduğunun farkında olmak ve bu farkındalığın sisli ,puslu havalara rağmen ısrarla sürdürülmesi, her türlü algı hucumuna rağmen ayakta tutulması şart.
Sopalı seçim deyince akıllara hemen 1946 seçimleri gelir. Ancak bu ifade, sandık başındaki fedainin seçmenin ense kökünde sallandırdığı sopadan esinlenerek , siyasa hayatımıza 1912’de girmiştir.Esasen 1946 nın provasıdır ! çok önce yapılmış olan 1912 seçimleri.
İkinci Meşrutiyet yıllarında gerçekleşen 1912 genel seçimleri, Türkiye’nin ilk çok partili seçimidir aynı zamanda.
Seçim öyle bir seçimdi ki , oylama esnasında sandık başlarında ilginçlikler yaşandı. İttihatçı olan valiler ve kaymakamlar sandıkları dolaşıyor ve kimin ne oy kullandığını bizzat takip ederken , oylamalar İttihatçı jandarma ve polis tarafından sürekli izlenmekteydi. Bazı kaynaklara göre, bu denetim yanında İttihatçı fedailer de sandıklarda görev başındaydı: ‘Muhalif namzetlere rey vermek isteyenler, sandık başındaki fedainin sopasını kafasına yiyordu.’ ‘Sopalı seçim’ tabirinin buradan geldiği ifade edilir.Ayrıca Hürriyet ve İtilaf adayı Rıza Tevfik’in seçim bölgesi Gümülcine’de İttihatçılar tarafından dövülmesi ve ülke genelinde adaylara yönelik gerçekleşen benzeri saldırılar nedeniyle bu adlandırmanın oluştuğunu söylenir !
Şunu da hatırlamak lazım: Dönemin seçim sisteminin iki derecelidir, önce her 500 seçmen adına bir delege seçilir , daha sonra ise bu delegelerin milletvekili adayları için oy kullandığını belirtmek gerekir. 1946 genel seçimlerine kadar yürürlükte kalan bu sistem, siyasal otorite açısından ikinci aşamada oy kullanan az sayıdaki delegeler üzerinde kontrol ve baskı kurulmasını da kolaylaştırmaktadır.
1946 seçimleri, tek dereceli olmakla birlikte ‘açık oy, gizli tasnif’ ilkesi yürürlükte olarak yapıldı. Ülke sathında, sandık başında yurttaşlar arasında çıkan kavgalara ek olarak kolluk güçlerinin, ‘halkın ne idüğü belirsiz kişilere oy vermemesini sağlamak’ adına sandıklara hakaret ve dayak da içeren fiili müdahalesinin yaşandığı üzerine birçok tanıklık vardır. Ayrıca oyların sayımı gizli ve CHP kontrolünde olduğundan bu süreçte de birçok hileye başvurulduğu aktarılmaktadır.
46 seçimlerinde CHP yönetiminin ,rakibini taciz etmekten ve seçim sürecini terörize etmekten geri durmadığı toplumun kara kaplı defterine yazılmış ve 1950’de ‘gizli oy, açık tasnif’ sisteminin uygulanmasıyla birlikte DP, ezici bir seçim zaferi kazanacaktır.
Türk siyasi hayatında görülen bu sahneler daha 2000 li yıllara kadar darbelerin tesiri, milletten kopuk idarecilerin sanal sopa gösterip vatandaşa hizmet götürmeden oyu ceplerine atma şarlatanlıkları, Demirel’in “İslamköylü Baba ” yada “Çoban Sülü” edasıyla “bir elinde Kuran”,”Eyimisiniz” tekerlemeleriyle şekil ve usul değiştirerek güncellenmiştir.Sopalı seçimden farkı yoktur esasen fakat sopa yerine günü karlı kapatmak adına ne varsa yapılmış,demokratik pratiklerin gelişmesine izin verilmeden , insan yetiştirme düzeni felç edilen ,birey olma kabiliyeti elinden alınan ve sadece mukaddesleriyle oynanmak suretiyle halkın başına vura vura oy sandıkları doldurulmuştur.
Rahmet Özal döneminde davulu delen jaguar sembollü siyasi partiler o dönemin algıyı yöneten üst aklının, Türkiye Masası şefi tarafından kurgulanmış , toplumun oy vermesi gereken doğru adresleri görememesi için planlanmıştı. Sonuçta sopa yemekten yorulmuş,gelecek tefekkürü olmayan, kime kızacağını şaşırmış, İstanbul’da belediye otobüslerinde ,SSK, hastane ve ilaç alma kuyrukları beklemekten canından bezmiş, neden benim ülkemde vergimin karşılığı hizmet alamıyorum diye sormayı bile kendinde hak görmeyen bir vatandaş .Ve bu yapısıyla FETÖ kıskacına yakalanmaya birebir örtüşen insan tipleri.Sonrası malum.
Şimdi bu “sopalı seçim” kavramı çok geride kaldı nedir bu örnekler mi diyeceksiniz? Güncelliğini koruyor diye düşünüyorum net olarak .Sopalı seçim eski haliyle uygulanmayacak elbette.
Öncelikle mevcut iktidar için bu suçlama yapılacak.Seçimi kazanması halinde vatandaşların dövüldüğü, sandık hileleri yapıldığı vs gündemlenecek.Seçimin sonunda her ihtimalde bu algı dönüşecek, dönüştürülecek.
Diğer ana fotoğraf ise Türkiye’yi darbe yönetimleriyle idare etmeye çalışan üst aklın bu defa açıktan sopa göstererek sandıkları manipüle etme çabası.”Ekonomiyi ikinci defa çökertirim” diyen önceki Amerikan başkanının sadece bir papaz uğruna bu çelmeyi taktığını düşünecek kadar saf olma hakkımız çoktan elimizden alındı.YPG/PKK ‘ya giden silahlar açıkça savaştığımız büyük kovboyu gizlemiyor artık. Alt sınırımıza komşu bir terör devlet yapılanmasını hendek terörüyle, darbe teşebbüsüyle,Rus uçağını düşürüp Rusya ile savaş çıkmasını tahrik için büyükelçiyi dahi FETÖ aracılığıyla öldürten üst akıl , zaman kazanmak suretiyle coğrafyamızın kaçınılmaz olarak haritasını kendisi çizmek istiyor.
Bu sopalı seçimi ise doğrudan ekonomi üzerinden millete doğru sallıyor sopasını.Aklını başına al.Üçüncü darbeyi de vururum.Dördüncü de yolda olur.USD tüm dünyada rezerv para olarak geçerli oldukça Macron değil kim gelirse gelsin gücü yetmez bana, diyen üst akıl “sopalı seçimden” oldukça net sonuç alacağını umuyor…
DÜNYA İÇİN İYİ BİR FİKİR OLABİLİRDİ
Derdimiz bir değil elvan elvan …
İttifaklar neredeyse toplumu ikiye böldü.Seçimden sonra da bu bölünmenin nasıl birlikte yaşamı sürdürülebilir kılacağına dair şüpheler soyut değil artık .Somut ve günlük hayatta elle tutulur, gözle görülür vaziyette.
Bir gazetecinin : “batı medeniyeti için düşünceniz nedir?” sorusuna karşılık, Mahatma Gandhi ‘nin “ tüm dünya için iyi bir fikir olabilirdi” cevabını vermesinden itibaren yıllar geçti.
Batı düşüncesi artık ne “daha cesur bir dünya “için ne de AİHM nin temel felsefesini oluşturduğu evrensel insan hakları masalından hareketle eşitler arası işbirliğini gündemleyecek bir akıştan oldukça uzak duruyor.
Açıkçası batı düşüncesi, kendi kendini inkar eden bir tavrı simgeliyor.Senaryosunu yazdığı bütün filmlerde iyileri sadece kendilerinden seçiyor ve üçüncü dünya adını verdiği insan topluluklarının üzerinde ,adeta yatağında yatarken başını bir sağa bir sola yatırıp daha çok rahat etme teşebbüslerinden şevk duyuyor.Her yıl ramazan ayı geldiğinde Kudüs taarruzlarını yeniliyor ve IŞİD adını verdiği yapay ordular peydahlayıp ,sonra onlara savaş ilan ederek hezimetler, yer yer galibiyetlerle dünya politikasını tayin ediyor.Ülkelerin yeni sınırlarını , gerekirse değiştirmek için manivela gibi sorun üretip, algı yönetimiyle onları çözmüş gibi yaparak mesafe alıyor ….ABD savunma bakanı Donald RUMSFELD 2001 de bir konuşmasında şöyle der : “korkunç bir düşmanla karşı karşıyayız…Hilafeti canlandırmak ,ulus devletlerin kökünü değiştirmek niyetindeler …”
Başka GEORGE BUSH 2007 de “hilafetin peşinde olanlarla savaşmaya yemin etmiştir, gezegenin büyük bir mücadele içerisinde olduğunu, islami aşırılıkçılarla savaşı “ dile getirmişti. Graham Fuller, Türkiye ve Arap Baharı kitabında aşağıdaki başlıkları özenle sıralamış neden telaşlandıklarını Rumsfeld yada Bush ‘u haklı çıkaran parağrafları anlatmış sadece başlıklar şunlar:(1) “
2002 den sonra başlayan ve devam eden TÜRK TECRUBESİ şöyle hikaye edilebilir :
-
Komşularla yeni bağlar.
-
Ekonomiyi dışa açıp dörde katlamak,
-
Vatandaşın gelirini ikiye katlamak,
-
Asya, Afrika, Latin Amerika ilişkileri,
-
Sivil siyasete müdahale etmeme adına ordunun ehlileştirilmesi ,
-
İslamın toplumsal hayattaki rolü için daha ileri bir vizyon ,
-
Bölgesel bir müslüman şahsiyeti inşası…
-
Yeni ortadoğu Asya düzeni şekilendirme gayretleri,
-
Dış politikada yeni kararlı bir bağımsızlık ,
-
Türk yumuşak gücünün ortadoğuya yayılması ,
-
Çağdaş küresel meseleleriyle aktif ilgilenme,
-
Devlette demokratik katılımın derinleşmesi ,
-
Yakıcı bir iç mesele olarak kürt taleplerine olumlu yaklaşma ,
-
Bölgesel itibar ….
-
Ortadoğuda bir imrenme sembolü … “
Bu ifadelere göre üst aklın , Türkiye coğrafyası için kayıtsız kalma imkanı yok gözüküyor.Bunlara gücü yetme potansiyeli barındıran bir ülkenin önünün kesilmesi şart.Bu reel adımları inkar etmek, görmezden gelmek imkansız.FETÖ çukurunda olmadık yanlışlar yapan bir ülke olarak bile, yukarıdaki başlıklara mesai harcayabilen ve hedef tayin edebilen potansiyel , Amerika ve koalisyon hanesine gelecek için hep negatif yazıyor.
Gezi isyanına rağmen yapılan İstanbul Havalimanı’nın benzerlerine göre aktarmalı uçuşlara eksi yazıp öne çıkması gibi.Yada Türkiye otomobilinin diğer dünya markalarının satışı için rekabette eksi yazması gibi…
SEÇİMDE OY PUSULAMIZA NASIL BAKMALIYIZ ?
Bu yazının amacı elbette AK Parti’nin doğrularını sadece tekrar etme amacı taşımıyor.Bilakis neleri eksik yaptık millet olarak? Nerede yanlışlar yapıldı kısmındayız . Öncelikle “Mavi Vatan”hedeflerinden sapmayı,Türk Savaş Uçağı üretimini ,Nuri Demirağ hikayesi gibi hüzünlü trajedilere dönüştürme hakkını kimseye, kimselere vermeyecek bir halk kitlesinin belirgin olarak varlığı aşikar. Milletin ezelden beri çektiği acılar , ona hakikati unutturmayacak tazeliğini koruyor elbette.Ancak özellikle eğitim, hukuk ve kültürel olarak olması gerekenin uzağında kaldık ,refahın halka yayılması anlamında alınması gereken mesafelerinde farkındayız .
Bugün kadar gelinen yolculuk ancak hakiki bir rota ile izah edilebilir.Doğru hamleler başarı getirir.Ve bu hakikat dairesi öylesine olgunlaşır ki kendi gerçekliğini korur ve tekemmül eder .Milletin her zaman doğruyu söylecek ve yükün altına girecek babayiğitler çıkarabileceğini düşünmek önemlidir.Aksini düşünmek her insanın kapasitesine göre subjektif bir hezeyandır. Yanlıştır.
Önümüzdeki seçim içinde düşünülmesi gereken, seçim pusulası elimizde olduğu zaman refleksimizin elbette bu ülkenin kaliteli kadroları ,dünya vizyonu ile hemhal olmuş beyinleri arasında seçim yapmak olmak zorundadır.
Cumhur yada millet ittifakı arasında yapılacak bir seçimden ziyade bu ülkeyi seven her birey , adeta sonuna kadar esnemeyi başaran bir kamışın bir fırtınayı ,depremi yada sosyal bir afeti karşılaması gibi (2) gerektiği zaman kökünden kırılmamak için son reddeye kadar esneme kabiliyetini kullanmak olmalıdır. Çünkü neticede millete sopa gösteren, ülkeyi bu cendereye sıkıştırmış gözükmektedir.
Bu cendereyi yıkabilmek için her birey sahaya inebilmeli, seçimden sonra verdiği oyun hesabını sorabilecek vizyonu hayata geçirme yollarını aramalıdır .Çünkü sonuçta karar vereceğimiz şudur: Buraya kadar mı idi yapılanlar ? Gücümüz bu mu ? Türkiyenin , tek bir jeopolitik yada kültürel bir daireye hapsedilemeyecek kadar , kendi başına bir büyük güç , ve medeniyet kutbu olduğu yönündeki iddialarımızın içi boş mu ? ..Halka rağmen halk için yapılan nereye kadar sürebilir ? Yada sürdürülebilir ?
Müzakereci demokrasi (3) tabiriyle mevcut tıkanmışlığa bir kulvar açmaya çalışan J.Habermas gibi düşünürler , bireyin yönetime katılma süreçlerinin genişletilmesi anlamında düşünce egzersizlerini sürdürüyor.Avrupa içinde hükümetlerin kurulamaması ender rastlanan problem değil.Demokratik bir yönetimin sadece imgesinin yeterli olmadığı, seçim dönemlerinde yaşanan iktidar oportünizminin sağlıklı sonuçlar üretmek şöyle dursun, sonrasında ise politik kanaat ve irade oluşumunu boşa düşürdüğü yaşanan bir gerçekliktir.Toplumsal taleplerin pratikte yerine getirilmesi için seçim atmosferinden uzak dinamik bir toplum modeli arayışı sürmelidir.Bizim ülke olarak bu sürecin gerisinde kalmak gibi bir lüksümüz yok.Kime oy verirsek verelim , verdiğimiz oyun hesabını sorma kabiliyeti için de sahada olmak, müzakereci demokrasinin olması gereken enstrümanlarıyla toplumsal hayata katkı vermek zorundayız.
İmar yolsuzluğu yapan siyasetçi de olsa yakasını bırakmadan mücadele etmek, mahallenin yolunu vermeyen ,çıkmaz sokak haline getirip , düzenleme ortakılık payını (DOP) imar düzenlemesi için değilde , kendisine kullananla yaka paça olmayı göze almak , terörle bağını kesmeyen siyasetçiyi toplumsal zeminlerde mahkum etmek ve “Diyarbakır anneleri “ örneğine benzer çürütmek gibi favorileri çoğaltmak gerekir.Güncel ve acil mesele seçim gibi gözükse de yaşadığımız hayatın üç önemli problemi var (4)
1.Bilim ve tekniklere hakim olmak: bizi köleleştiren ve mahveden hayat biçimini şekillendiren kullandığımız telefondan ,online okullara kadar ne varsa mücadele alanının dışında bırakılamaz.
2. Ekonomik büyümeyi yönlendirmek: İnsani gayesi olmayan yeni pazarlar, yapayda olsa yeni ihtiyaçlar doğurup,reklam, şartlandırma pazarlama yoluyla aldatma ve üretimin çıkarlarına hizmet etsin diye insanın dünya ile ilişkilerini soysuzlaştıran bütün bir aldatma ekonomisi bu sandıktan çıkmamalıdır.
3. Derin bir kültür devrimi gerçekleştirmek : kokuşmuş bir batı toplumunun da ihtiyacı olan bu devrim bugün bu coğrafyanın yaratıcı gücüne meylediyor. Bu uyanış hepimizin göstereceği gayrete bağlı.Sadece geleneklerle değil, prensiplerin ruhuyla bereketlendirerek batılı terminolojiyi de içselleştiren ve üzerine koyan yeni bir medeniyet anlayışını,bilimle,üreterek,sanatla,eğitimle,şiirle,resimle hayatlaştırmak.
Bu istikametle mühürleyeceğimiz her oy pusulası, ilk anda hedefe ulaşmasa bile seçim sandığına attığımızda, eninde sonunda karşımıza bolluk ve bereket olarak çıkabilir.Her yaratılan güzeldir.Hakikat güzelle şekillendirilir.İnsan eliyle ortaya çıkanda güzel olmalıdır.Çirkinle hareket edemeyiz.Çirkin olamayız bir anlık da olsa. İnsan ahdini hatırlayandır.Et ve kemikten ibaret değildir.Yaratılış gayesini,taşıdığı emaneti unutamaz.Ancak idrakimizin ve duamızın olmadığı bir seçmen psikolojisiyle kullanılan her oy ancak bir tahakküm vesilesi olarak günü kurtaracak “ nazardan bağını koparmış her varlık gibi bir tahakküm aracı “ olacaktır .______________________________________________________________________
1.Graham E.Fuller: Türkiye ve Arap Baharı.
2.Fikir Turu: Doç. Dr.Songül Demir
3.Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi : Jürgen Habermas
4.Roger Garaudy: İslam ve İnsanlığın Geleceği