Üsküdar Mihrimah Camii’nin hemen arkasından Sultantepe Mahallesi’ ne doğru bir merdiven çıkar.M2 ye düşen bina o kadar haddi aşmış ki yol kalmamış .Ancak bir merdiven bırakılabilmiş..!
En azından bu merdiveni çıkıp inerken şöyle bir denizi,İstanbul’u seyretmek gibi bir şansı vardı Üsküdarlıların.Şimdi Mihrimah Camii’ne bitişik (aradan sadece iki insan yan yana geçebilir) konumda bina yapılmış konak tarzı.Merdivenin kenarlarına ise inşaat dolayısıyla koruma sacı eklemlenmiş baştan aşağı..İnşaat bitmiş fakat bu inşaat sacları kaldırılmamış.Yani merdiveni inip çıkarken hiçbir yeri görmeden sanki hapishanede iç avludan dış avluya gider gibi orayı kullanmak zorunda kalıyorsunuz.
Yazıktır .Günahtır.Bu nasıl bir kötülüktür.
Büyük ihtimalle hırsızlık vs tehlikesine karşı bu saclar alınmayacak oradan ve biz bazen ürkerek, karanlık korkusunda küçüklerimiz çekinerek o merdiveni kullanacağız.Bu böyle olmamalı.
Mihrimah Camii’ nin külliyesi de neredeyse özel mülk olarak işgal altında.Kütüphanenin hemen yanı maalesef özel mülk olmuş.Vakıf eseri olduğu besbelli yerler bunlar.
Herşey bitti! merdiven inip çıkarken denizi görememek mi derdiniz diyeceksiniz.Bu değil elbette.Fakat bu inşaat sahibi, yada o sacları merdiven kenarından almayan belediye görevlisi nasıl bir “ben idraki “ taşıyor , kendisini nasıl tanımlıyor derdim bu.
“İnsanlık öldü mü ?” dedirden bir kaza mağduru olsa ve biz merdiveni kullananlar ona yardım etmekte tembel davransak , O nasıl hisseder ? biz nasıl hissederiz? Göz göre göre insanlığımızı öldürmek istermiyiz acaba ?
Oh olsun deyip insanlıktan çıkarmıyız ?..
Çevrenin geçmiş nesillerden emanet aldığımız ve bu mirası gelecek nesillere devretme zorunluluğu taşıdığımız bir hazine olduğunu bir hakikat olarak ortaya koyalım öncelikle.
Diyor ya Cahit Sıtkı TARANCI : “her mihnet kabulüm, yeter ki
gün eksilmesin penceremden!” En azından insanı teselli edin, küçük bir merdiven manzarası ile.
Merdivenleri inip çıkarken bile hayatı,denizi İstanbul’u koklamamızı dahi bize çok gören ve kendi egosu için önümüzü kapatan, kamunun güzelliklerle temaşasını hiçe sayan daha doğrusu insanı kamilin yol haritasını güzelliklerden ayıran bu yapılaşmanın sorumlularını cemiyet olarak biz ! üretip duruyoruz hergün…Hergün.
Ne yapmalıyız?
O inşaat sacları yerinden sökülmeli, en azından merdiven baştan sona hapishane koridoru olmamalı.Daha önemlisi “ülkem için bir fikrim var” ışığını gördüğümüz irfan iklimimizi canlandırmak “iyi ki üsküdar var” heyacanımızı dinamik hale getirmek için bakışlarımızı olgunlaştırmak ve “İnsan-ı Kamil “ yolculuğumuzun bizim medeniyetimize has olan ben idraki ile yola devam etmemiz gerektiğini unutmamalıyız.
Bu ben asla ve kat’a , batı düşüncesinin bize empoze ettiği “ben nesli”n den ayrı düşünülmeli.
Yoksa nasıl “ben senim, sende bensin” diyebiliriz ki ?
Böyle diyemez ve temel dinamiklerimizi ayakta tutamazsak nasıl bütün olabilir ve bütün kalabiliriz ?
****
Alman filozof Spengler o kadar ileri götürür ki :insanlık diye birşey yoktur: sadece insan vardır “ diye somutlaştırmak ister…Oysa ki batıya insan yakma fırınlarını hediye eden “ben idraki”nin şekillendirdiği Nazi Almanyası , tarihin en korkunç sahifelerini insanlık tarihine eklemiştir bile…
Ne kadar ben olsanızda, olmayı kabul etmeseniz bile , bir BENLİK davası insanoğlunun vazgeçemediği bir yeryüzü hikayesidir meselenin diğer tarafı.
Bizim medeniyetimizin BEN idrakini tarif amacıyla çıktık yola.
Ne kadar başaracağız bilemiyorum, ancak bakışımızla şekillendirdiğimiz cemiyet hayatımızda ben deyince , ortaya çıkan, adını koymaya çalıştığımız etimiz budumuz olmasa gerek.Kafamızdakiler, düşündüklerimiz mi , hedeflerimiz mi ? çabalarımız ve gayretlerimiz mi ?
Öyleyse kafamızdaki “Ben” : esasen geçmişten ve gelecekten bağımsız şimdiki BEN DEĞİL. (devam edecek )