Malum, Kur'an sık sık zamana vurgu yapar. Asra / zamana yemin eder. Zamandan kopuk bir inanç, hayatın zamanlar üstü dinamiğini, yaşanabilirliğini kaybeder.
Zaman değişiyor; sorunlar farklılaşıyor; teknolojik gelişmenin ve küreselleşmenin getirdiği onca mesele önümüzde duruyor. Burada önemli olan, sorunlara teslim olmayıp; çaresiz kalmayıp sorunun nesnesi olmak yerine değişimin öznesi olmaktır. Sorunların bizi aciz bırakmasına müsaade etmeyerek insanlığın yaşadığı değişimi yönetebilme cesareti ve özgüvenini göstermektir. Tıpkı Peygamber ve arkadaşları gibi… Onlar, değişimin öznesi oldular ve kendileriyle birlikte dünyayı değiştirmeye koyuldular.
Herkes yaşadığı zamanın çocuğudur. O çocuğu asırlar öncesi iklime götürürseniz kendisine ve dünyasına yabancılaşır. İçinde yaşanılan zamanın getirdiği sosyal, ekonomik ve kültürel şartları hesaba katmayan din anlayışı insanlık için yeni bir inşa süreci başlatamaz.
Üzerinde yemin edilen zaman gösterdi ki, eski akıl ve anlayışla zamanımızı ve şartlarımızı yönetmemiz mümkün değil. Bundan sonra Peygamber gelmeyeceğine göre, onun miras bıraktığı örnek hareketin kodları üzerinden bugünün insanının problemlerine cevap üretmektir. Çözüm kodları seyyal/dinamik olmalı ve her zamanın / her çağın problemlerine çözüm üretme kabiliyetini muhafaza etmelidir.
Hz. Peygamber, vahyin sonlanmasıyla dinin tamamlandığını haber veriyor. Yani, tamamlanmış olan din, bugünün ve kİyamet kopuncaya kadar doğacak bütün meseleleri çözmek iddiasındadır. Ancak çözümün vasıta ve yöntemleri zamana ve şartlara göre değişimi zorunlu kılıyor. Bu anlamda dinin kuralları canlı ve dinamiktir. Dinin mahiyeti bunu gerektirir. Eğer bu kuralları dondurursak yeni dünyanın önümüze koyduğu problemleri çözemeyiz ve probleme teslim olmak mecburiyetinde kalırız; özne olacağımıza, nesne oluruz. Bugün İslam dünyasının yaşadığı üç aşağı, beş yukarı durum budur.
Lütfen kimse bundan dinde reform gibi bir sonuç çıkartmasın. Allah’ın Kitabında bize bildirdiği vahyin üzerinde oynamaya; ondan, O’nun muradı dışında bir anlam çıkarmaya hakkımız olamaz. Bize düşen, o belli bir zamana hapsedilen, hurafelerle tanınamaz hale getirilen cevherin üzerindeki tozları silkeleyip tekrar dinamizm kazandırmaktır. Değişen, Allah’ın muradı olan hakikat değil; değişen, zaman, insan ve toplumun beklenti ve ihtiyaçlarıdır... Ki bunlar sürekli bir değişim süreci geçirirler. Geçmişte de bu değişim süreçlerine göre değişimi Allah’ın muradına uygun olarak yaşamaları için yeni Peygamberler gönderilmiştir. Bundan böyle peygamber gelmeyeceğine göre yeryüzünün idaresinin kendilerine emanet edildiği insana düşen, Allah’ın Kitabında bildirdiği hakikatin kodlarından yeni çözümler üretmektir. Eğer bunu başarabilirsek bu değişimin nesnesi değil, öznesi oluruz. Bizim değişime direnmemiz, değişimi durdurmuyor. Bu sefer ne oluyor? Değişimi yönetenler, yönetmeyenlere hükmediyorlar. Ve siz de bu değişimin bir nesnesi olarak onlara tabi olmak mecburiyetinde kalıyorsunuz.
Aslında bu mevzudaki en büyük handikabımız;
Biz Müslümanların Hz. Muhammed’in (sav) yaşattığı inkılabı hakkıyla anlamlandıramamış olmamızdır.
Kendi zamanımızın Peygamberi olarak görmememizdir.
O’nu Hicri 600’lü yıllara hapsetmemizdir.
Menkıbe diline ve üslubuna kurban etmemizdir.
Zamanı aşmayan bir anlatım, Hz. Peygamberi yeterince izah edemez.
Malum, Hz. Peygamberin ilk muhatapları olan Mekkeli aristokratlar, işi yokuşa sürmek için “Peygamber, bizim cinsimizden birisi olamaz. O da bizim gibi yiyor ve içiyor; yani, bir beşer; oysa bir melek olmalı değil miydi?” Peki, melek olsaydı inanacaklar mıydı? Tabi ki, hayır! O zaman da: “O bir melek. Biz insanlar onun gibi olamayız.” diye mazeret ileri süreceklerdi. Elbette Peygamber beşer olacaktı. Başka türlü olabilir mi? Madem ki, O Peygamber insanlığa gönderildi. Dolayısıyla da insan nevinden olması icap eder. Cenabı Allah da böyle takdir buyurmuş. Dolayısıyla bütün zamanların mazeretini ortadan kaldırıyor. O, bir insan olarak dünün, bugünün ve yarının insanlığının örnek aldığı bir insanlık numunesi olacak. Onun için de Peygamberin hayatının; ifade ettiklerinin, yaptıklarının kodlarını zamanlar üstü bir süzgeçten geçirerek zamanımıza taşıyacağız. Aksi takdirde bugün içinde debelendiğimiz zamanın mahkumları oluruz.
Bir örnek olması bakımından; Hepimizin bildiği gibi İngiliz Cat Stevens Müslüman olunca ilk iş olarak adını ve kıyafetini değiştirdi ve daha sonra da icra ettiği müziği bıraktı. Halbuki Cat, bir İngiliz’di ve bir İngiliz’in ismini taşıyordu; yerleşik geleneğin kıyafetini giyiyordu. Haliyle insan soruyor;
-İsmini ve kıyafetini değiştirmiş ve Araplar gibi giyinmiş olmanın bir hikmeti var mı?
-Neden icra ettiği müziği bırakır?
-Bunlar bir dini zorunluluk mu?
Yıllar sonra isim değişikliğiyle Yusuf İslam adını alan Cat Stevens Araplarca giyilen yerel kıyafetlerini çıkararak tekrar normal bir İngiliz gibi giyindi ve yeniden müzik yapmaya başladı. Çünkü o İngiltere’de yaşıyor ve oranın insanı ile muhatap. Eğer amacınız dininizi tebliğ etmek ve tanıtmaksa öncelikle içinde yaşadığınız çağa ve şartlarına göre iyi bir temsil ortaya koymanız gerekiyor. Her ne kadar Hz. Muhammed (sav) bir Arap ise de, O, Peygamberliği gereği kendi zamanının ve kendisinden sonraki zamanların insanlarının Peygamberiydi. Onun mensubu olduğu ırkın hiçbir önemi kalmamıştı. Dolayısıyla Arapların giyimini, kuşamını, yemesini, içmesini İslami bir zorunluluk gibi düşünmek ve almak İslam’ın ve zamanın ruhunu okumamaktır. Yusuf İslam’ın bu yanlışı öğrenmesi ve dönmesi yıllarını almıştı. Muhtemelen Müslüman olduktan sonra ona oradaki din önderleri bu telkini yapmışlardır ve o da uymuştur. Peki, bu neyi getirmiştir? İçinde yaşadığı topluma yabancılaşmayı; İngiltere gibi katı gelenek ve normların yaşandığı bir ülkede öteki olmayı; topluma ulaşma ve tebliğ vasıtalarından biri olan müzikten kopmayı getirmiştir.
Onun için de “zaman bir büyük müfessirdir.” denilmiştir. Kimse bu izahlarıma yanlış bir anlam yüklemesin lütfen! Burada asla dinin reforme edilmesini kastetmiyorum. Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Burada sadece içinde yaşadığımız zamanın ruhunu okuyarak bugünün ve yarının insanına doğru/sahih mesajlar vermektir çabamız. Yani, Kitabı ve Onu hayata dönüştüren Peygamberi doğru okumak ve isabetle tefsir etmek gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. Eğer bunu başaramazsak, ister inansınlar, ister inanmamış olsunlar, yaradılışa ait İlahi kanun ve nizamları sizden daha iyi anlayanlar sizin önünüze geçerler; hükmetmeye başlarlar ve sizleri vesayetleri altına alırlar. Sizin iman sahibi olmanız tek başına size felah kapısı açmaz. Eğer zamanın ruhunu doğru okuyacak olursak, eşya ve hadiseleri bugünün aklıyla, tecrübeleriyle analiz edecek olursak içine kapandığımız bu statik/durağan halin bizi esir almasına müsaade etmemiş oluruz.
Hiçbir kompleks duymadan insanlık aklının ürettiği tüm bilgileri ve tecrübeleri kolektif aklın ve hikmetin süzgecinden geçirerek; cürufları elek altı ederek ilmin cevherini iktisap edip, maddi ve manevi ümranımızı temin edebiliriz. Eğer bunu başaracak olursak işte o zaman o meşhur ifadeyle “…Atinin medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğabiliriz.” Aksini düşünmek bile istemiyorum.
Hülasa; “Hz. Muhammed’i yaşadığı çağdan, çağımıza davet edelim.” İnsanlığın bugünkü problemlerini Kendisine arz edelim. Onu anlamak, Onun bıraktığı insanlık numunesini getirip bugünün problemlerine aşılayalım.