Mektepli bir psikolog veya sosyolog değilim. Hayatın içinde iyi gözlem yapan herkesin, psikoloji ve sosyoloji disiplinleri ile ilgili tespitleri ve söyleyecekleri vardır. Bu anlamda acizane çevremde iyi bir gözlemci olduğum söylenir. Toplumsal davranışları, ilişkileri zihinsel olarak analiz eder, sorgularım. Kendime göre bazı çıkarımlarda bulunurum.
Bu meyanda iki gözlemimi paylaşmak isterim; Bu iki gözlemimin sonradan teyit görmüş olması bu mevzularda kalem oynatmam konusunda bana motivasyon sağlamıştır.
Birincisi, 1990’lı yıllarda, aczimendi tarikatı lideri, bir özel TV kanalına konuk olarak çıkarılmıştı. O bilinen şekil ve şemail üzere programa çıkmıştı. Program devam ederken modacı bir kadın telefon ile programa bağlanmıştı. Program sunucusu o kadına sordu; “Müslim Beyin kıyafetini nasıl buldunuz?” Kadın, cevaben (mealen): “Benim stilim değil ama kıyafetini s….. (cinsellik içeren bir kelime) buldum.” Bunu ifade ettiğinde, Müslim Gündüz’ün keyifle sakallarını sıvazladığını gördüm. Bunun üzerine yanımdaki arkadaşa; “Bu programı izleyen ilgili servisler bu vücut ifadesini not edip bunun üzerine bir çalışma yapacaklardır. Sözkonusu kişinin zaafını ölçmüşlerdir.” dedim. Ve iki ay sonra bir kadın ile basılarak ve görüntüleri kamuoyuna servis edilerek, 28 Şubat zulmünün mezesi kılındı. Ve sonrası bildiğiniz mevzu…
İkinci teyit gördüğüm örnek ise; R. Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı’ndan alındıktan sonraki mahkumiyeti ile ilgili.
Malum, cezaevine götürülüşü ve çıkışından sonra İstanbul’daki konutuna getirilişi kalabalık törenlerle; araba konvoylarıyla yapılmıştı. Evine gelip, konutuna yerleştikten sonra bir gurup insan sabaha kadar evinin önünde adeta nöbet tuttu. R. Tayyip Erdoğan’da zaman zaman evinin balkonuna çıkarak onları selamladı. İşte o zaman da çevremdekilere şu intibamı paylaşmıştım; “Sn. Erdoğan alkışlanmaktan, pohpohlanmaktan fevkalade hoşlanıyor. Hâlbuki balkona çıkıp, sabaha kadar orada bekleyen insanlara akşamdan; ‘Arkadaşlar, lütfen bunu bana da, bir başka faniye de yapmayın; ben de bir insanım, nefsimi yüceltmeyin, tahrik etmeyin’ diyebilirdi. Anlaşılan o tablodan memnundu ki, onlara keyifli olduğunu göstermek için el sallayarak, selamlayarak mutluluğunu ifade ediyordu. Bugün Sn. Erdoğan’da müşahede edilen sosyal hal, tam da o gün yaptığım tespitin teyididir. Şeyh uçmuyordu ama çevresindeki müritler onu çoktaaan uçurmuşlardı.
Bu iki örnek burada dursun…
Şimdi de çoğu Müslüman’ın belleğindeki örnek davranışa bakalım; Malum, sahabe Hz. Peygamberi çok seviyorlardı. Belki de çoğunluk, onu canından, nefsinden daha çok seviyorlardı. Bu sevgi elbette taktir edilecek, teşvik edilecek bir sevgi. Ancak dikkatlerden kaçan ince ayrıntı şuydu; Hz. Peygamber’e duyulan sevgi onun insan cihetine değil; Allah’ın kendisine lütfettiği Peygamberliğine müteveccihti. Neticede, Hz. Peygamberi de Allah için seviyorlardı. Ancak Hz. Peygamberden rivayet edilenden anlıyoruz ki, bu sevgide de bir mübalağa sözkonusu olmuştu ki, arkadaşlarını uyarma ihtiyacı duymuştu. Onlara (mealen); “İsevilerin İsa kardeşime yaptığını siz bana yapmayın; Beni yüceltmeyin. Ben de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.”
İseviler ne yapmışlardı? Hz. İsa’yı önce -haşa- Allah’ın oğlu ve daha sonra da Allah’ın ortağı olarak görmeye başlamışlardı.
Demek ki, sevginin de bir ölçüsü, bir sınırı var. O sınırı aşındırmamak lazım. Her aşırı sevgi ve aşk, içinde bir zafiyet barındırır. Hem sevgi duyan ve hem de duyulan açısından.
Hz. Peygamber arkadaşlarını uyarmasına uyarmıştı ama Onun irtihalinden sonra ne yazık ki, o uyarı kulak ardı edilmiş ve bırakınız Peygamberi; dini liderlere, imamlara, şeyhlere büyük saygı ve tazimlerde bulunmuşlar; onları başköşeye yerleştirip; her türlü hizmetlerini görmüşler. Onları adeta kutsal birer varlık olarak görmeye başlamışlar. Hz. Peygamberin kendi nefsi için hoş görmeyip, tehlike içeren bir haleti ruhiye olarak gördüğünü, onlar adeta teşvik etmişlerdir. Onlara ve onların evlatlarına kutsiyet atfetmişlerdir.
Bu vesileyle bugün sosyal medya platformlarında paylaştığım bir hususu burada da yazmış olayım; Öncelikle şu hususun altını çizmiş olayım; Lütfen kimse sağa sola çekmesin. Sadece bir Müslüman akıl olarak müşahedelerimi anlamlandırmaya çalışıyorum. Katılan da olur; katılmayan da… Ancak ayette de ifade buyrulduğu üzere; “Hiçbir kınayıcının kınamasında çekinmeyerek, hakikati tastamam ifade etmek de” bir fikri namus borcudur.
Meramım şu; CB Sn. Erdoğan’daki değişimi izliyorum. Malum, bu değişimleri izlemek ve manalandırmak da, fikri ve vicdanı hür bir duruş gerektiriyor.
İstanbul Belediye Başkanlığı ile başlayan ve yükselen popülarite Cumhurbaşkanlığına kadar uzandı. Bu yükseliş her faninin kolay kolay hazmedeceği bir pozisyon değil. İktidardan, mutlak iktidara bir evirilme sözkonusu. Çok zor bir süreç… Bir de bunun yanında, geniş muhafazakar kesimin, o faninin nefsini pohpohlaması ve onu adeta modern bir kurtarıcı olarak görmesi, alkışlaması akılları başlardan alan bir menzile doğru yol aldırdı. Üst üste gelen seçim başarıları, bir süre sonra başarıyı sadece kendinden menkul bir pozisyona savurdu. Daha öncede farklı vesilelerle yazmıştım; Bir Müslüman için, eriştiği her nimet, başarı veya başına gelen her musibet ve mağlubiyet, Allah’tandır. Bunu ifade ederken insanın kendi eylemini boşa çıkarmıyorum. Elbette insan talep ediyor, gereklerini yerine getiriyor ve Allah da “Adl” sıfatı ile Kendisine yakışanı yaratıyor; veriyor veya vermiyor. Yani, veren de, alan da Allah. Eğer başarıyı kendinizden menkul bilme noktasına gelmişseniz; ecnebi adamın ifadesiyle, mutlak iktidar anlayışı sizi ifsat etmiş demektir. Bu da çok tehlikeli bir savrulmadır.
Daha önce çokça ifade ettim. Bir daha tekrarlayayım; Sn. Erdoğan’ı Müslümanlık aşkıyla sevenler olabilir. Burada bunu sorgulamayacağım; biraz uzun mesele… Sadece şunu ifade edeyim; sevgisinde gerçekten samimi olanların tutum ve davranışı; onu tehlikelerden korumak ve kollamaktır; onun günaha ve harama girmesinin önüne geçmektir; zulümde ileri gitmesinin önüne geçmektir. Çünkü bir Müslüman için en büyük tehlike, ahrette karşılaşacağı hesaptır. Eğer dostsanız, onun dünyasının yanında, daha çok ahretiyle ilgili olmanız beklenir. Onun için de fahiş bir yanlışını, hatasını gördüğünüz zaman hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek yüzüne ifade etmenizdir.
İşte geniş muhafazakar çevrenin bugün yapmadığı, ihmal ettiği, ötelediği gerçeklik bu… Bunu yapmadıkları için hem kendilerine ve hem de sevdikleri iddiasında bulundukları Sn. Erdoğan’a büyük haksızlık ve zulüm yapmaktadırlar. Bu basit mülahazayı her Müslüman’ın düşünmesi ve gereğini yapması beklenir. Ne yazık ki, bunu yapmak yerine, onun ayaklarını yerden kesip uçurmak için gayret ettiler. Halbuki, Hz. Ömer’in, “Ben çizgiden çıkarsam ne yaparsınız?” sualine karşılık, arkadaşlarının; “Biz seni kılıçlarımızla yola getiririz.” beyanını her vesileyle birbirimize nakleder; hatırlatırız. Ama gereğini yapmayız. Sadece hatırlarız ve ifade ederiz…
Bu ahlakın hem dünya ve hem de ahiret hayatı açısından ciddi sonuçları olur; Keşke hakkıyla bilmiş ve idrak etmiş olsaydık…