Sizi gördüm, oradaydınız…
Daha ilk gün ok gibi fırlayıp yerinizden, mahşer gününe dönen şehirlere dalıyordunuz gözünüzü kırpmadan.
Toz dumanın arasında yıkık bir binadan çıkartırken, küçük bebeğin yaralı yüzünden öpüp ağlıyordunuz, gördüm.
Elleriniz molozdan kararmış, montunuz yırtılmış, yüzünüz çizilmiş, teriniz buhar olup toza karışmış ve fakat yılmadan yaralı taşımıştınız enkazdan...
Uykusuzluktan kızarmış gözlerinizi, açlıktan sönmüş bedeninizi, kurumuş dudaklarınızı gördüm.
Birbirinize sarılırken gördüm sizi acıyı hafifletmek için, hatta tanışmıyordunuz…
O gün Maraş, Hatay, İskenderun, Malatya, Adıyaman… yıkık şehirler sizin kıbleniz olmuştu, oraya yönelmiştiniz hepiniz.
Malatya’da ilk gördüğünüz depremzedeye iki somun ekmek veriyordunuz daha ilk gün.
Adıyaman’da kırık dökük tezgah kurup mercimek çorbası pişiriyordunuz, bir bardak da bana verdiniz.
Arabanın bagajında meyve suları, çikolata, bisküvi vardı, marketten ne varsa toplamıştınız.
Maraş’ta parkta dağıttığın, köyünde pişirip getirdiğin lavaştan ben de yedim. Hatay’da poğaçaları nasıl sıcak dağıttın, hala bilmiyoruz.
Gördüm sizi, yüreğinizde merhamet, gözlerinizde yaş, ellerinizde bazen kazma, bazen ekmek, bazen oyuncak vardı.
Oradaydınız. Sahada, depremin en acı feryatlarının yıkık duvarlara çarptığı sokaklarda, tozun dumanın arasında siluetiniz kaplamıştı her yanı.
Sizi gördüm kimseye kimliğini, dinini, mezhebini, dilini sormadınız.
"Yandım Allah" diyenin yanındaydınız, Lokman gibi.
"İmdat" diyenin yanındaydınız, Hızır gibi...
Ülkenin her şehrini ayağa kaldırdınız. Her bir ferdini canlandırdınız.
Toplayıp toplayıp yüreği hevesle atan gençleri, boşalttınız mahşer meydanına.
O gençleri gördüm, can pazarında hepsi bir gecede büyüdü Çanakkale’de olduğu gibi…
Sizi gördüm, kiminiz kepçe operatörü, kiminiz vinç.
Kiminiz bebek bakıcısı oldu, kiminiz anne…
Aşçı oldunuz, garson oldunuz, doktor oldunuz, çöpçü oldunuz…
Sizi gördüm her kılığa giren Hızır gibiydiniz…