Kırk gün oldu…
Kendi usulümce tuttum yasımı kırk gün…
Çok sevdiğim yüzüklerimi, mendilleri, kravatları takmadım, renkli giymedim.
Eğlenmedim, eğlenceli her şeyden uzak durdum…
Depremin, acı çeken depremzedenin adı geçmeyen hiçbir yazı yazmadım… Her canlı yayında onlardan bahsetmeyi ihmal etmedim…
Her gün afetzedelerin dertleriyle ilgili bir paylaşımda bulundum, birinin derdine derman olmak için uğraştım…
Her gün onlardan biriyle konuştum, o bölgeden bir meseleyle ilgilendim…
Kırkıncı günde 2 yaşındaki bir bebek için beşik lazımmış onu öğrendim Elbistan’da…
Kendimce yas tuttum, kırk gün boyunca…
Sürekli empati yaptım…
Yağmur yağdığında şimdi çadırlarda ne yapıyorlar diye düşündüm…
Artçı depremlerde nasıl korkmuşlardır diye sordum…
Küçük kızıma sarıldığımda, onların çocuklarını düşündüm.
İlk bir hafta ve son bir haftamı orada geçirdim…
Onlar gibi yaşadım, onlarla birlikte yemek yedim, onlar gibi uyudum çadırda bir gece de olsa…
Yetemedim, çaresiz kaldım, bir köşede ağladım…
Kırk gün oldu…
Usuldendir kırkıncı gününde ölen kardeşlerim için dualar okudum.
Kişisel yasım sona erecek bugün…
İçimde yaşanan hüzün bitmeyecek ama biliyorum…
Dünyada çok savaş gördüm, çok afete gittim, çok acı olaylara şahit oldum.
Ancak en acı verenini kendi ülkemde, kendi insanımda göreceğimi bilemedim…
Hiçbir şey bu kadar sarsmadı beni…
Gözlerimin önünden gitmiyor Maraş’ın, Hatay’ın toza dönmüş caddeleri…
Önümden geçen cenazeler, çırpınan yürekler, feryatlar, figanlar…