Pazar günlerini Okuyucuların görüş ve eleştirilerine ayırdığımız bu sütunda bir Hasbihal'e daha hayırlı çalışmalar dileği ve selamlayarak başlıyoruz:
Suriye'deki son gelişmeler üzerine, bir çok okuyucu mesajına, ayrı ayrı değinmek yerine genel bir değerlendirmek yapmaya çalışalım..
'Suriye Mes'elesi' yeni başlıyor değildi ve bu satırların sahibinin bu konuya ilgisi de, 1960'lı yılların başından beri hep vardı.. O tarihten öncesine dair bilgilerimiz ise, Osmanlı sonrasına siyasî tarih kitaplarından öğrendiklerimizle şekilleniyordu..
400 yıldan fazla bir zaman diliminde, Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde, elbette müslüman unsurlar başta olmak üzere, başka dinlerden topluluklar da, can-mal, ırz ve namuslarının dokunulmazlığı açısından bir ayrım gözetilmeden yaşıyorlardı. Ama, Osmanlı Devleti'nin çöküşüne müncer olan 1. Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz emperyalizmi, Osmanlı hâkimiyetindeki müslüman topraklarında onlarca 'yeni ülkeler' oluşturup, onların herbirisinin tepesine, emperyalizmin iradesine itaati modernleşmek zanneden uşak ruhlu kişi veya kadroları oturtuyordu..
Suriye ve Lübnan ise, İngilizlerle işbirliği yapan Fransa'ya bir 'ödül' olarak bırakılmıştı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Suriye'nin siyasî istiklali, en azından kağıt üzerinde tanınmış ve 'Şükrî el'Kuvvetli' ve 'Edib Şişekli (Çiçekli), Nâzım el'Quddûsî gibi kişiler başkanlığa getirilmişlerdi. Bu kişiler, eski Osmanlı vatandaşları ve de, ailelerinin yarısı da Türkiye tarafında kalmış isimlerdi.. Ve erken hareket eden güç odaklarının arka arkaya yaptığı askerî darbelerle ortaya yeni yeni liderler çıkıyordu..