İBADETLERİMİZ NEDEN AHLAK ÜRETEMİYOR?
MAKALE
Paylaş
21.07.2025 12:04
705 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Günümüzde genellikle Müslümanların, dinî hayatlarını yaşar­ken ibadet konularında daha duyarlı ve dikkatli oldukları; ama ahlâkî konularda aynı duyarlılığı göstermedikleri müşahede ediliyor. Bu da ister istemez bazı kimselere, “Neden ibadetlerimiz, ahlak üretmiyor?” Kur’an ibadetlerin amacını “takva” olarak gösterdiği halde, neden bazı Müslümanlar, muttaki olamıyor, takvalı bir davranış sergileyemiyor? İbadetlerini eksiksiz yapmaya çalışan kimi Müslüman, neden  ahlaklı bir Müslüman olmak  için  de gayret göstermiyor?  Neden menfaat ve çıkar ilişkisini önceleyip, makam ve mevki hırsına kapılıp intikam, haset ve kıskançlık girdabında düşüyor?  Sorularını sordurtuyor.

Dolayısıyla ne başörtüsü ne namaz ve ne de diğer ibadetler, haramları engelleyemiyor ve ahlak üretemiyor. Bu da İslâm’ı temsil etmede bir sorun oluşturuyor ve bu sorunlara da cevap aranması gerekiyor. Verilen cevaplar ise genellikle  derinlikten ve bilimsellikten  uzak yüzeysel kalıyor ve bu nedenle de bu konuda ciddî bilimsel araştırmaların  yapılması icap ediyor.  Bu görev de başta din sosyolojisi, din psikolojisi ve din eğitimi akademisyenleri olmak üzere bütün ilahiyat akademisyenlerine düşüyor.  Bir tefsir akademisyeni olarak benim de  bir bakış açım bulunuyor:

Günümüzde yaşanan Müslümanlığın ve İslâm anlayışımızın Kur’an’ın genel muhtevasına ve tenzil yöntemine uygun olmadığı ve buna bağlı olarak  Müslümanların Kur’an’la örtüşmeyen bir zihniyet yapısına sahip olduğu görülüyor. Zira Mekke’de inen ayetlerdeki ana temanın iman ve ahlak, Medine’de inen  ayetlerdeki ana temanın ise ibadet ve hukuk  ağırlıklı olduğu  ve  buna bağlı bir din  anlayışının geliştiği, dolayısıyla  da İslâm’ın, Mekke’de iman ve ahlak; Medine’de  ise iman ve ahlak ile birlikte ibadet ve hukuk üzerine inşa edildiği bilgisi ile günümüzde yaşanan Müslümanlığın   tam uyuşmadığı anlaşılıyor.

Daha açık  bir ifade ile iman ve ahlakın, her iki mekanda da İslâm’ın ana mihverini oluşturduğu ve ahlakın imanla irtibatlı olarak yaşandığı dikkate alındığında günümüz Müslümanlığının bu yaşanmışlıkla örtüşmediği görülüyor. Zira Hz. Peygamber’in   getirdiği ve yaşayarak gösterdiği İslâm, ne sadece iman, ne sadece ibadet, ne sadece ahlak ve ne sadece hukuktan ibaretti; bilakis bunların tümünü içeren  ve parçaları bir araya getiren bir  bütünlüğe sahipti. Diğer bir ifade ile Hz. Peygamber’in yaşadığı İslâm,  ne sadece bir  fikir, ne  sadece bir duygu, ne de sadece  amelden  ibaretti; bilakis  fikir, duygu  ve ameli kapsayan bir  bütünü ifade ediyordu.

Ne var ki Kur’an’ın getirdiği ve Hz. Peygamber’in de yaşadığı bu  İslâm’ın,  daha sonraki dönemlerde  bir takım  dinî, siyasî ve kültürel sebeplerle parçalandığı ve  her bir parça üzerinden İslâm algısının oluşturulmaya çalışıldığı ve İslâm’ı anlama ve tanımlamanın  da buna göre yapıldığı görülüyor. Mesela “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.” [1] hadisi, İslâm’ın şartları /şurûtu’l İslâm olarak anlaşıldı.

Oysa bu hadisten anlaşılması gereken anlam, “şeâiru’l İslâm/İslâm’ın simgeleri” olmalıydı.  Zira bu beş  şey, İslâm’ın, “ayırıcı özelliğini, nişanını, alâmetini” ifade ediyordu. Bir insan, nasıl ki haç çıkardığında onun Hristiyan olduğu anlaşılıyorsa, bu beş şeyden birini veya hepsini yapan bir insanın da Müslüman olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu beş şey, İslâm’ı simgeliyor ve onu diğer dinlerden ayıran alamet-i farikası oluyor.

İslâm’ın şartlarının ise Kur’an’da zikredildiği şekilde iman, ahlak, ibadet ve hukuk olduğu anlaşılıyor. Zira imansız bir İslâm olamayacağı gibi, ahlaksız, ibadetsiz ve hukuksuz bir İslâm da olmaz.  Bunların her biri, diğerinin tamamlayıcısı ve mütemmim cüzleridir. İman, insanın iç dünyasını şirkten arındırırken, ahlak da dış dünyasını arındırmakta, sosyal ilişkilerini düzenlemektedir. İbadetler ise insanın Allah’a kul olduğunu  gösteren ve  bunun da belli  ritüellerle ifade edildiği simgelerdir. Hukuk ise iman, ahlak ve ibadet üçlüsünü  koruyan, bozulmasını önleyen, caydırıcı, koruyucu ve cezalandırıcı kuralları kapsamaktadır.

Şayet günümüzde olduğu gibi  bazı Müslümanların kıldığı namaz, tuttuğu oruç, gittiği hac, kestiği kurban ahlak üretmiyor/üretemiyorsa, bunun en temel nedenlerinden  birinin  de   İslâm’ın, Kur’an’ın  iman, ahlak  ve ibadet sistematiğine göre yaşanmayışıdır. Zira Kur’an, ibadetlerin bir araç, “takva”nın ise amaç olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ,  kesilen kurbanların   ne etinin, ne de kanının Allah’a ulaşmadığını, O’na ancak “takva”nın ulaştığını [2] ve oruç tutmadaki amacın da takva olduğunu [3] haber veriyor ve namazın insanları kötülüklerden alıkoyduğunu, [4] söylüyor. Hz. Peygamber’in temel misyonunun, “mekarimi-i ahlak/ güzel ahlak” [5] oluşu da   bunu ifade ediyor. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in ahlakını, Kur’an ahlakı olarak tanımlamış olması da bunu destekliyor. [6] Dolayısıyla iman, ahlak ve ibadet sistematiğinin bozulmaması gerekiyor, şayet bu sitem  bozulursa, Kur’an’ın getirdiği sistem de bozulmuş oluyor.

Nitekim Hz. Peygamber’in hayatından, ahlaklı olunmadıkça İslâm’ın etkili olamayacağını; İslâm’ın kabul görmesi için Müslümanın dürüst, doğru ve el-emin/güvenilir olunması gerektiğini; insanları, aileleri ve toplumları etkileyen şeyin, dinin ibadet boyutu ile birlikte  ve belki de  ondan önce Müslümanların  ahlâkî  davranışları olduğunu ve “İman yetmiş küsur şubedir. En yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir parçasıdır.” [7] Sözü ile de bu birlikteliğe işaret ettiği anlaşılıyor.

Bu nedenle İslâm, ilkesel olarak her Müslümandan ahlaklı olmasını istiyor, camide başka; cami dışında başka; ibadette başka, ibadet dışında başka; çalan, çırpan, önce cebini düşünen, kazık atan, dedikodu yapan, başkasının hakkını yiyen ve haksız kazanç sağlayan bir Müslüman  olmasını istemiyor.

Dolayısıyla İslâm, kendisine güven duyulan,  elinden ve dilinden emin olunan; ne incinen,  ne inciten; iyilik yapan ve iyilikte yarışan; işinin adamı olan yaptığı  her işi doğru yapan,  kısaca iş ahlakına sahip olan; okuyan,  öğrenen,  okuduklarını sorgulayan ve senteze gidebilen; düşünen,  aklını kullanan,  kurnazlık yapmayan ve üreten; duygularını helâl,  temiz ve dengeli bir biçimde yaşayan; duyarlı olan,  ama duygusal olmayan,  sorumluluk bilincine sahip bulunan; ben yerine bizi,  davranışlarının merkezine koyabilen; karanlığa küfretmek yerine bir mum yakan,  fakat yaktığı ilk mumun kendi karanlığını aydınlatacak bir mum olmasına özen gösteren; cehalete,  tembelliğe,  tefrikaya, adaletsizliğe ve  ümitsizliğe karşı gönül kapılarını kapatabilen; ibadetlerini bilinçli yapan,  yaptığı her işi ibadet bilinci ile yapabilen ve  empati yapan Müslümanlardan oluşan  ahlaklı  bir toplum  oluşturmayı  hedefliyor ve Müntesiplerinden de  bunu bekliyor.

Ama Müslümanlar, bu hedeflere  fert  bazında ulaşsa da toplum bazında bir türlü, ulaşamıyor. Çünkü  ahlakın olmadığı  veya zayıfladığı  bir toplumda, adalet gerçekleşmiyor/ gerçekleşemiyor; bu nedenle kanun maddeleri  ve hapishaneler çoğalıyor. Dolayısıyla  adaletin olmadığı yerde “Allah’ın rahmeti” de bulunmuyor. Bu nedenle her Müslümanın ibadetlerini Allah’a, adaletini de insanlara göstermesi gerekiyor. Nitekim Hz. Peygamber’in, ashabını Habeşistan’a gönderirken, onlara kralın adil olduğunu söylemesi de  adaletin  ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Zira toplumsal hastalıkları  tedavi eden  adalettir, hukuktur; ahlaki değerler ise  gıda gibidir ve sağlığı korumaya yöneliktir. Bu nedenle toplumsal sağlığı korumak için ahlak, vazgeçilmez bir gıda; hastalanan toplumları tedavi için de adalet,  vaz geçilmez bir ilaçtır.

Bir toplumda ahlak zayıflamış, sevgi ve saygı azalmış ise  hukuk  da  işlevselliğini yitirmeye  başlamış demektir.   Zira  ahlak zayıfladıkça  suç oranları  artmakta; suç oranları arttıkça da  başta haya duygusu  olmak üzere ahlak zayıflamaktadır. Bu kısır  döngü ise sosyal medya  tarafından olabildiğince teşvik edilmekte; ahlaken doğru olmayan pek çok kural dışı davranış, normal bir davranışmış gibi topluma yansıtılmaktadır. Yalan, iftira, haset, gıybet, tecessüs, gösteriş, kibir, teşhir  ve  suizan başta olmak üzere  her türlü ahlaksızlığın  yaygınlaşması ise  masumiyetin  ve mahremiyetin kaybolmasına ve erozyonuna sebep olmaktadır.

Son sözü Cahit Zarifoğlu’na bırakalım ve onun ibadet ve takva ilişkisine işaret eden şu şiiri ile konuyu bitirelim:

“ Üstadım” dedim,

“Bayrama ne alayım”?

Dediki ;

“Birkaç  piri fâniden gönül al,

Birkaç çocuktan gülücük al,

Birkaç fakirden de duâ al.”

……

“Üstadım” dedim,

“Bayram’da ne keseyim”?

Dedi ki ;

“Önce gıybeti /dedikoduyu kes,

Kul hakkı yemeyi kes,

Yalan söylemeyi kes,

Haram yemeyi kes,

Adam kayırmayı  kes,

İsrafı kes,

Kötülükten irtibatı kes.”

Bunları kesmezsen ne kesersen kes, beyhude!”



[1] Buhârî, İmân 1, 2.

[2] Hac, 22/37.

[3] Bakara,2/183.

[4] Ankebut,29/45.

[5] Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381. 

[6] Müslim, Müsâfirîn, 139.

[7] Müslim, İmân 58; Buhârî, İmân 3.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya