“Bugün gölgede oturan, dün ağaç dikendir.”
— Warren Buffett
Hayat dediğimiz, aslında akıp giden zamanın içinde yaşadığımız küçük anların toplamı. Hepimiz zamanın hızla geçtiğini biliriz ama çoğu zaman bu gerçeğin ne kadar yakıcı olduğunu fark etmeyiz.
Saatler çalışır, takvim yaprakları döner, mevsimler birbirini kovalar. Ama biz, zamanı sadece dışarıdan izleriz. Oysa zaman; gözle görülmez, elle tutulmaz ama bizi doğduğumuz andan itibaren yanına katıp götürür. Kaçış yoktur. Tükendiğinde sığınacağımız tek yer, topraktır.
Fizikçi Paul Davies bir konuşmasında şöyle diyor: “Zaman vardır ama saatler onun akışını değil, yalnızca aralıklarını ölçer.” Zaman akmaz ama biz onun geçtiğini hissederiz. Bu da insan psikolojisinin bir oyunudur.
Zaman, gençlikte akmasını isteriz; yaşlandıkça durmasını. Ama ikisi de olmaz. Çünkü zaman bizim değil, kendinindir. Bahar gelir, umutlar filizlenir. Mayıs çiçeklerle dolar. Ama sonunda sonbahar gelir ve hatırlatır: her şey geçicidir.
Yahya Kemal ne güzel anlatır:
“Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur,
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur.”
Zamanı kavramak, onu durdurmak değildir. Sadece değerini bilmektir. Joseph M. Cotter’ın şu sözü tam da bunu anlatır: “Bugün, dün ne olacak diye üzüldüğüm yarındır.”
Geçmişin pişmanlığıyla, geleceğin kaygısıyla yaşarken bugünü de tüketiyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı, zamanın değişen anlamını bir evin içindeki saatlerle anlatır. Eskiyle yeninin, geçmişle geleceğin, doğuyla batının zaman anlayışları bir arada durur. Ama hepsi aynı sona çıkar: zaman geçer, biz geçeriz.
Faruk Nafiz, zamanla birlikte akıp giden hatıraları şöyle anlatır:
“Dağlar, dereler, bahçeli göller sırasıyla,
Canlandı geçen günlerimin hatırasıyla…”
Edebiyatımızda zaman, sadece saatle ölçülmez. Zaman, aynı zamanda inançla, şiirle, mevsimle, duyguyla ölçülür. Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirinde bunu çok iyi görürüz:
“Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın…”
Zamanın kutsal olduğu bir medeniyetin çocuklarıyız. Vakit namazlarıyla, bayram sabahlarıyla, kandil geceleriyle zamanı sadece ölçmedik, hissettik de. Ama şimdi hızlandı her şey. Zaman da, insan da yoruldu.
Dante der ki: “Zamanın kaybolduğunu bilenler, en çok acı çeker.” Belki de bu yüzden bazı insanlar daha suskun, bazıları daha telaşlı.
Kimileri, boşa geçen zamanlardan ders çıkarır; kimileri hâlâ zamanın varlığını inkâr eder gibi yaşar. Ama unutmayalım, zamanı öldürmeye çalışmak, kendimizi tüketmekten başka bir şey değildir. Sonunda er ya da geç hepimiz aynı gerçeği anlarız:
Zaman akar… Ve biz tükeniriz.
Dostlukla.
Ali Akça
aliakca2009@hotmail.com