ABD’inin bir ülkeye, bir konuda istemediği bir şeyi kabul ettirmek istediğinde, yaptığı ince siyaset şudur. Eğer bir devletin bir konuda gideceği 9 yolu varsa. 10.’dan asla gitmek istemiyorsa, ABD ne yapıp yapıp bu 9 yolu kapatıyor, sadece 10 yolu açık bırakıyor. O ülke de daha önce asla geçmeyeceği 10. yoldan koşa koşa geçiyor. Hatta bazen de yalvararak. İşte Suriye’de de sonunda bu noktaya gelindi.
İşi başı taa Çekiç Güç’e kadar gider. ABD “Ortadoğu’ya demokrasi getirmek ve diktatörlerden kurtarmak” söylemiyle, 2004 yılında başlattığı, BOP projesiden bu yana en büyük isteği, Türkiye’yi bu projenin en büyük destekçisi yapmaktı. Erbakan, Çekiç Güç’ün görev süresini mecliste onaylama esnasında haklı olarak daima en büyük muhalefeti yaptı. Ancak arkasından gelen Kürt göçüyle meclis bu gücü sonuna kadar uzatmak zorunda kaldı.
2003 yılı tezkeresinde C.SOROS’un “Türkiye’nin en büyük ihraç ürünü ordusudur” deyip kan parası vermeyi bile vaad etmelerine rağmen ve Körfez Harekatı’nda bütün ısrarlara rağmen, AKPARTİ Hükümeti birlikte askeri müdahaleye katılmamıştı. Cephede olmayan masada da olmaz prensibiyle Irak bölüşülürken de biz seyrettik ve kucağımızda nur topu gibi bir Kürt Devleti buluverdik.
2010 yılında BOP’un devamı olan Arap Baharının ardından, sıra geldi Suriye’ye. Önce bize şu DEAŞ’A karşı savaşın dediler. ESAD’ı devirin dediler. Biz asla kata siz kurdunuz siz durdurun dedik. Sen misin dinlemeyen, aynı senaryoyu burada da devreye soktular. Kürtleri YPG ismi ile örgütleyip DEAŞ’a karşı savaştırdılar. Arkasından Akdeniz’e kadar uzanan bir bölgeyi vermeye başladılar.
Biz başlangıçta reddettiğimiz DEAŞ’la askeri mücadele konusunda bu kez yalvarmaya başladık ve arkasından DEAŞ’a karşı seve seve EL-BAP operasyonu yaptık. Şimdi sıra geldi İsrail’e tek tehdit olarak kalan ESED’le savaşmaya. Sonunda onu da yapmaya can atar hale geldik.
Biz “Yurtta sulh cihanda sulh deyip” yan gelip yatalım. Adamlar senin istemediğin ve asla yapmayacağın tercihleri nasıl kabul ettiriyorlar. Nerden nereye İsrail göbek atıyordur.