Yeryüzünde çatışmaların ve savaşların nedeni üzerinde, son asırlarda en iddialı tezler ortaya koyan Kral Marks’tır. Marks teorisini bu iddiasını 1848 yılında yayınladığı “Komünist Manifesto” adlı eserinde “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf savaşları tarihidir” diyerek, sınıf çatışmalarının insanlık tarihinin motoru olduğu iddiasında bulunmuştur. Çatışmaların kökeninde, “ezen ve ezilen sınıflar arasında ekonomik neden” iddiasında bulunmuştur. Bu tanım çatışmaları, kısmi olarak tanımlamış olmasına rağmen, insanlar arasındaki her çatışmayı tanımlamaktan uzaktır. Tarihteki Büyük İskender’in, Roma’nın, Cengiz Han’ın savaşlarını, I. ve II. Dünya Savaşlarını izahtan çok uzaktır. Sınıflar arası çatışma ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgalini, İran, Suriye iç devrimlerini, İsrail’in Gazze saldırılarını, komşu rakip iki kasaba, köy veya aşiret arasındaki, iki kardeş, Fenerbahçe-Beşiktaş taraftarları arasındaki çatışmaları tam izah edemez. Sorunun kökenini doğru tanımlayamazsak, doğru çözüm de üretemeyiz. Çatışmaların temelinde yatan gerçek insan egosudur. Ego bendir, egoizm bencilliktir ve bireyciliktir. Kişinin kendisini üstün görmesi, sadece kendi çıkarlarını düşünmesi ve kendi dışındakileri ötekileştirmesidir. Daha geniş anlamıyla egoizm; kendine ait şeyleri koruma ve diğerlerinden üstün görme ve ötekileştirdiklerinin haklarını tanımamak, üzerlerinde hâkimiyet kurma istek ve davranışlarıdır. Kendi dışında her şeyi suya atılan taş misali, önce en dar halkadan başlayıp her şeyi benleştirerek, halkaların dışında kalanları dışlayıp ötekileştirmektir. Önce kendine yakın çevreden başlayıp uzaklaştıkça ötekileştirmenin derecesi de artmaktadır. Ötekileştirme, insanların ırk, inanç, fikir, vatan, bölge vs. gibi sahip oldukları kimlik şablonlarını ölçü alarak; onlardan kendilerini üstün tutup, onları dışlayıp, düşmanlaştırarak, hak ve hukuklarını gasp edip, üzerlerinde hâkimiyet kurarak özgürlüklerini yok etmektir. İnsanlar bu anlayışlarını haklı bir zemine oturtmak için genelde mensubu oldukları aile, aşiret, ırk, bölge, din, mezhep, tarikat gibi kimlik öğelerini kullanırlar. Aynı kimliktekiler arasında da hata iki kardeş arasında bile benzer çatışmaların olmasından dolayı ötekileştirmenin temelinin, önce en dar halkadan başlayarak, kendini ötekinden üstün ve daha layık görmesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Özetlersek: Egoizm, kişinin kendini diğer insanlardan üstün görerek, herhangi bir hakkı kendisine diğerlerinden daha layık görmesi, egoizmin ana dayanağıdır. Karl Marks’ın iddiasındaki sınıflar arasında çatışmaların sebebi olan ekonomik neden kafaları karıştırmasın. Bir insanı, ırkı, toplumu veya devleti ekonomik haksızlık/sömürü eylemine iten bir duygu ve inanç vardır. Bu da egoizm dediğimiz, kendisini/kendilerini ötekilerden üstün görüp, her şeyin öncelikle kendilerinin hakkı olduklarına inanışıdır. İşte insanoğlunu her kötü davranışa iten bu şeytani duygudur. Yani büyüklük ve hiçbir emek harcamadan üstünlük duygusuna kapılmaktır. Genelde milletler/ırklar arasında süren üstünlük anlayışının hiçbir haklı nedeni yoktur. Hepimiz ayni atanın çocuklarıyız. Kişi üstünlüğünü genelde ya kendi vehmine veya Tanrı tarafından seçilmişliğine dayandırır. İnsanoğlu dil, din ve ırk gibi kimlik özelliklerini, bir araştırma sonucunda en iyisini bulma değil, içinde doğduğu toplum ve aileden kopya etmektedir. Dinli olsun dinsiz olsun, bütün insanların bu dünyada istediği “iyi şartlarda mutlu bir hayat” sürmektir. Ancak bu iş oturduğumuz yerden, hiçbir faaliyet göstermeden olacak bir iş değildir. Önce hayatta kalmak için hayati ihtiyaçlarımız için çabalamamız gerekir. Bunlar güvenliğimiz, yiyeceğimiz, içeceğimiz, barınacağımız vb. gibi ihtiyaçlarımızdır. Ayrıca yeryüzünde yalnız olmadığımız için diğer insanlarla bir arada yaşama düzeni oluşturmak ta zorundayız. Yani haklarımız ve görevlerimizi düzenlemeliyiz. İşte bütün bu faaliyetlerimizde insan iki uç arasında bir yerdedir. Bu iki uç ya ben ya da bizdir. İyi şartlarda mutlu yaşamak isteyen insanoğlu bu hedefi istikametinde koştururken ya kendini/kendilerini seçilmiş/üstün görerek, “iyi şartlar altında yaşamak öncelikle benim hakkım” ya da “iyi şartlarda yaşamak hepimizin, bütün insanların hakkı” inancında veya bu ikisinin arasında bir yerdedir. Öncelikle benim hakkım diyenler, kendilerini üstün/seçilmiş görüp bir BEN ve ÖTEKİ ayırımı yaparlar. Her şeyde öncelikle kendi egolarını üstün/seçilmiş görenler sadece kendi haklarını düşünüp, ötekileştirdiklerinin haklarını görmezden gelerek, kendi hâkimiyetlerinde ve kendi haklarını öne alan bir dünya/düzen peşinde koşarlar. Bu anlayışın sonunda, ötekilerin hakları gasp edilir ve çatışma kaçınılmaz olur. Güçsüzleştirilen ötekileştirilmiş insanlar üzerinde baskı/hâkimiyet kurularak, açık veya gizli esaret kaçınılmaz olur. Baskı, esaret ve hâkimiyet altında “iyi şartlarda mutlu bir hayat” hayal olur. Ötekileştirilip esaret altına alınan bu insanlar da baskı ve esarete karşı özgürlük mücadelesi başlatır ve çatışmalar birbirini tetikler. Buna “çatışmaların dinamiği” denir. Buradan da anlaşılır ki “iyi şartlarda mutlu bir hayat “ için en önemli şart ÖZGÜRLÜKTÜR. Egoizm insanı çatışmaya iten duygudur/inançtır. Görünür fiiliyatta, hayat aslında bir HÂKİMİYET ve ÖZGÜRLÜK mücadelesidir. Önceleri güçsüz olup esaret altında yaşayan insanlar, esaretten kurtularak özgürleşip güçlenince, bu kez onlar ötekileştirdikleri zayıf insanları, hâkimiyetleri altına alma mücadelesine girişir ve bu çatışmalar sürüp gider. Buna “çatışmaların dinamiği” denir. Almanya’da Diktatör Hitler soykırımı yaşayan Yahudilerin özgürleşip güçleşince Gazze’de yaptıkları soykırım bunun en açık örneğidir.
Dinler ve Çatışma
Çatışmaların itici gücü veya baş aktörünün, Egoist İnsan olduğunu söyledik. Peki, dinler çatışmaların neresindedir ve çatışmalara katkısı var mı yoksa karşısında mıdır? Büyük İskender, Roma ve Cengiz Han vb. yayılmacılığında, semavi bir dinin bu diyarlara tam ulaşmaması sebebiyle, doğrudan bir etkisi görülmemesine rağmen, daha sonraki dönemlerde Haçlı seferleri veya Osmanlı ile Batı’lı devletler arasındaki çatışmalarda Afrika’nın Amerika Kıtası’nın ve dünyanın diğer bölgelerinde işgallerde, doğrudan dini sebepler açıkça gözlenmektedir. Peki, dinlerin insana bakışı ve insana çatışma konusunda verdiği motivasyonlar nedir, dinlere göre bazı insanlar üstün müdür, “iyi şartlar da mutlu bir hayat” öncelikle kimin hakkıdır? Hint dinleri, Budizm, Taoizm gibi Doğu dinleri daha çok insanda arınmayı/egoyu yenmeyi ön plana aldıklarından, bu dinlerin insanlarında fazla bir saldırgan özellik görülmemektedir. Özellikle tarih sahnesinde ön planda olan ve ayni Tanrı tarafından gönderilen ilahi mesajlara dayanan üç ilahi dinde durum nedir?
Önce mevcut Tevrat’tan başlayalım. Bilindiği gibi Tevrat’ta ve onun tefsiri olan Talmut’ta, her ne kadar Yahudi ırkı, Tanrı tarafından seçilmiş/üstün ırk olmasına rağmen, ayni zamanda Tevrat’ta, bütün insanların değerli ve eşit olduğunu bildiren ifadeler yer almaktadır. Zaten bu tezatlardan dolayı Tevrat’ın bir tahrife uğradığı anlaşılmaktadır. Tanrı bir yerde söylediğini unutup başka bir yerde tersini söylemez.
Aslında Tevrat’ta da Kuran’da olduğu gibi insanın, değerli olduğu, yeryüzünde bir halife/yönetici olarak yaratıldığı vurgulanmaktadır:
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” (Yaratılış, 1/27-28), (Yaratılış,9/1-2-3)
“Yabancıya haksızlık ve baskı yapmayacaksınız. Çünkü siz de Mısır’da yabancıydınız.” (Çıkış, 22/21)
Ayni Tevrat’ta Tanrıları daha sonra fikir değiştirerek Yahudiler için birden fazla yerde şunları söylüyor:
"Çünkü sen, Tanrın RAB için kutsal bir halksın. Tanrın RAB, yeryüzündeki bütün halklar arasından sizi kendine özel halk olarak seçti." (Yasanın Tekrarı, 7/6), (Yasanın Tekrarı, 14:2), (Yasanın Tekrarı, 26/18-19)
Tevrat’ta Tanrı, insanların köken olarak bir olduğunu, aralarında herhangi bir farkın olmadığını ve yabancılar dediği Yahudilerin dışındaki insanlara haksızlık edilmemesini söylese de, Yahudi düşüncesinde dünya; Yahudiler ve Yahudi olmayanlar (Goyim/Gentiles) olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Tevrat’ta insan olarak bahsedilen varlığın sadece Yahudiler olduğu kanaatine varıyorlar. Zira Tevrat’ın tefsiri olan Talmut’ta yazılanlara bakalım ve gerçek insan [m1] kimmiş goyim kimmiş görelim:
-“Bütün Yahudiler kral çocuğu olarak doğar.” Shabbat, 67a.
-“Yalnız Yahudiler insandır. Goyim ise hayvandır.” Keribot 6b.
- “Goyim’in en iyileri bile öldürülmelidir.” Avodak Zara 26b.
Ünlü Yahudi fetva kitabında hal böyle olunca, şimdi de günümüze dönerek goyim kimmiş tekrar görelim. Netanyahu Koalisyon hükümetinin ortaklarından Shas Partisi’nin ruhani lideri ve İsrail 10 yıl Başhaham’lık yapan Ovadya Yosef, 16 Ekim 2010 Cumartesi günü verdiği vaazda aynen şöyle diyor:
“Goylar bize hizmet için doğarlar. Yalnızca İsrail halkına hizmet için. Bunu yapmazlarsa dünyada yerleri yoktur. İsrail’de ölümün hükmü onlara geçmiyor. Yahudi olmayanların da herkes gibi ölmeleri gerek. Ama gelin görün ki, Tanrı onlara uzun ömür veriyor. Neden mi? Düşünün ki, eşeğiniz öldü. Ne olur? Para kaybedersiniz. Çünkü o hizmetkarınızdır. İşte onun için ömürleri uzun. Yahudiler için iyi çalışsınlar diye. Yahudi olmayanlar neden gerekli? Çünkü çalışacaklar, ekip biçecekler. Biz de efendi gibi oturup yiyeceğiz. Goyların yaradılış sebebi budur.”1
Tekrar Tevrat’a Yahudiler dışındaki ırklar için Tanrıları başka neler demiş görelim:
“Onlarla ya da ilahlarıyla antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olurlar. İlahlarına taparsınız. Size tuzak olur.”(Çıkış, 23/32-33)
“Tanrı Rab bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız. Onlara acımayacaksınız. Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz. Oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız...” (Yasanın Tekrarı, 7/ 2-5)
Ayrıca herkesin bildiği gibi Tanrıları Nil’den, Fırat’a kadar olan toprakları Yahudilere vaad ettiği ortadadır (Yaratılış, 15/18-20, Yeşu, 1/3-4). Filistinde yaşanan toprak gaspı ve soy kırım için “Tanrı bizden bunu yapmamızı istiyor” demelerini anlıyoruz. Daha birçok yerde kadın, ihtiyar, çoluk çocuk, bitki ve hayvan demeden en feci şekilde öldürülmeleri ve sarhoş oluncaya kadar kanlarının içilmesi gibi iğrenç katliam emirleri vardır. Bu durumda dünyada Yahudilere hiçbir saldırı ve haksızlık yapmasalar bile diğer insanların hiçbir hakları olmadığı ve Yahudilerin diğer insanların haklarını dilediği gibi çiğneyip köleleştirerek her türlü saldırıları meşrulaştırılmaktadır.