RAMAZAN ARINMA VE YENİLENMEYE VESİLE OLABİLECEK Mİ?
MAKALE
Paylaş
04.05.2021 13:28
1.140 okunma
Prof. Dr. Talip Özdeş

İslâm coğrafyası, nereden ve ne şekilde kaynaklandığı henüz tam olarak keşfedilmeyen ölümcül bir virüsün bütün dünyayı teslim aldığı, pandeminin etkisiyle üç milyon küsur insanın hayatını kaybettiği, birçok ülkenin 1920'lerden daha kötü bir ekonomik krizin eşiğine doğru sürüklendiği, eğitim ve sağlık sistemlerinin çökme noktasına geldiği bir ortamda rahmet, mağfiret, arınma ve kurtuluş ayı Ramazan’a girmiş bulunmaktadır. Bilim ve teknolojideki devasa gelişmelere, son derece gelişmiş uzay, yapay zekâ, gen ve silah (konvansiyonel, biyolojik, kimyasal ve nükleer) projelerine sahne olan dünyamız, küresel çapta insanın kendisinden kaynaklanan maddi ve manevi boyutlu kirlenme ve bozulmaların tehdidi altındadır. Zemininde insan ihtiraslarının, hâkimiyet ve sömürü politikalarının yattığı savaşlar; terör, değer kaybı, ahlâkî yozlaşma, empati yoksunluğu, bencillik, maddi ve manevi hastalıklar insanlığın ufkunu karartmaktadır. Hâlâ kendisini ve mutluluğunu aramakta olan insanlık, üstün zekâ ürünü yaratıcı ama yıkıcı bir medeniyetin zehirli meyvelerini tatmaktadır. Her şeye hükmedebileceğini zanneden şuursuz insanoğlu, bilinçli veya bilinçsiz şekilde kendi eliyle kendi dünyasını tahrip etmektedir. Ancak şu var ki, çıplak gözle göremediğimiz bir virüs, servet ve saltanatına kibirlenerek her şeye hükmedebileceğini zanneden insanın gerçekte ne kadar aciz olduğunu gözler önüne sermiştir. Miladi 610 yılı Ramazan ayında bütün insanlığa hidayet olarak indirilen Kur’an’daki şu ayetler, geçmişte ve günümüzde kuvvet zehirlenmesine maruz kalıp da serveti ve iktidarı üzerinden tanrılaşma iddiasında bulunan egemen güçlerin ellerinde şekillenen dünya tablosuna işaret etmektedir:

“(O gurur ve kibrine yenilerek Allah’a ve dinine hasım kesilen kimse) iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için çabalar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.”[1]

“Kendilerine: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" (barıştan yanayız) derler. Dikkat! Onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurunda değildirler.”[2]

“(Allah’ın) insanların yaptıkları işlerin bazısını (bazı sonuçlarını) onlara tattırması için kendi elleriyle işledikleri şeyler yüzünden karada ve denizde bozgunculuk ortaya çıktı. Umulur ki yaptıklarından vazgeçerler.”[3]

Günümüzün dünya tablosu, birçok yönlerden Kur’an’ın indirilişinden önceki cahiliye dönemi dünyasını hatırlatmaktadır.  Ne yazık ki günümüzün İslâm coğrafyası da söz konusu durumlardan, ahlâkî yozlaşma ve değer kaybından nasibini fazlasıyla almaktadır! Birçokları için günümüzdeki İslâm algısı, onu bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş, tevhit inancı üzerine oturarak hayatı bütün boyutlarıyla kuşatan evrensel bir din olarak algılamaktan çok; onu belirli coğrafyalara, geleneklere, kabilecilik, mezhepçilik, grupçuluk ve etnik milliyetçiliğe mahkûm eden, ilke merkezli değil de birey merkezli bir zihniyet üzerinden şekillenmektedir. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde Kur’an’ın ruhuna ters düşen birçok düşüncenin, zihniyet ve uygulamaların hâkimiyet kurmuş olması böyle bir algının varlığı ile izah edilebilir. Her türlü ayrımcılığın, ötekileştirmenin, adaletsizliğin, zorbalığın, eğitim, ekonomi, hukuk, siyaset, bürokrasi ve diğer alanlarda hüküm sürmekte olan ilkesizliklerin birçok İslâm ülkesinde yaygınlık kazanmış olması, o ülkelerin elitleri, eğitimcileri, yönetici kadroları ve halkları tarafından İslâm’ın asli kaynaklarına, ruhuna ve hedeflerine göre özümsenmemiş olduğunu yeterince göstermiyor mu?

Doğru bir İslâm telakkisi, insanlığın başlangıcından Kur’an’ın Hz. Muhammed’e indirilişine kadar bütün peygamberlere vahyedilip onlar aracılığı ile insanlığa tebliğ edilen evrensel din algısıyla, bütüncül bir Kur’an ve sahih sünnet anlayışıyla mümkün olabilir. Kur’an’da Müslümanlar için hayırlı ve orta (adaleti gözeten, dengeli, ifrat ve tefritten uzak) ümmet ifadesi kullanılmakta, müminlerin birbirlerinin kardeşleri oldukları vurgulanmaktadır. Bu vasıfların gerçekleşmesi, imanda samimiyeti, hak bilincini ve ahlâkî yücelmeyi gerektirir. İnsanlık tarihinde Allah’ın insanlardan insanlık onurunu ve iyiliği yüceltmek için yapılmasını emrettiği ibadetlerin büyük ölçüde ruhunu ve manasını kaybederek (cennet, makam, para kazanma, toplum tarafından kabul görme gibi menfaatler için yapılarak) riyakârlığa ve kuru bir şekilciliğe evirildiği, ahlâk ve takvâ ile bağlarını kopardığı, atalar geleneği haline geldiği dönemler yeni değildir. Hâlbuki namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi İbadetlerin amacı Müslüman bireyi ve toplumu sadece Allah’ın rızasını gözeterek şirke ve putperestliğe götüren durumlardan, ahlaki kokuşmaya, zulüm ve haksızlığa neden olan şeylerden arındırarak Rabbine yaklaştırmaktır. Maalesef, genelde kimlik olarak çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu coğrafyada, İslâm’ın doğruluk, güzel ahlak, birbirini sevme, kardeşlik, adalet, emanete riayet, hukuka saygı, hak ve özgürlüklerin korunması gibi ilke ve değerlerinin yeterince içselleştirildiği, ibadetlerle ilişkilendirildiği söylenemez.

İçinde bulunduğumuz Ramazan, geleneksel anlayışların, mezhebi telakkilerin, grupçuluk mantığının, değer erozyonunun etkisiyle asli mihverinden sapan İslâm algımızı tekrar gözden geçirip asli mihverine oturtmaya, bireysel ve sosyal anlamda arınmaya, ilahi vahyin ruhuna ve hedeflerine uygun bir değişimi gerçekleştirmeye vesile olmalıdır. Ramazanın hayatımızda kalıcı bir değişim yapması, bütün insanlık için doğruyu yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi olarak Kadir gecesinde indirilmeye başlanan Kur’an vahyini, onu insanlığa tebliğ eden İslam Peygamber’ini ve onun güzide sahabelerini değişim projesinin merkezine yerleştirmeden gerçekleşemez. Vahiy merkezli böyle bir değişim, geçmişi, günümüzü ve geleceği terazinin kefesine koyarak muhasebe edip değerlendirmek, geçmişle bugün ve gelecek arasında anlamlı bir ilişki kurmak durumundadır. Bu noktada kendimizi doğrudan ilahi mesajın muhatabı görmek, nasıl bir dünyada yaşadığımızı sorgulamak durumundayız.

Kur’an’ı rehber, Hz. Peygamber’i model kabul ettiğini iddia eden bir toplum, dünyevileşmenin ve çıkarcılığın merkeze oturduğu bir toplum olamaz! Ahlâki ve insani değerlerin erozyona uğradığı, adaletin felç olduğu, hak ve hukuk ihlallerinin yaygınlaştığı, her türlü kayırmacılığın, nepotizmin, rüşvet ve yolsuzluğun damgasını vurduğu, insan onurunun ve özgürlüklerinin çiğnendiği, emanetlerin ehillerine teslim edilmediği, “amaca giden her yol mubahtır” mantığının normalleştirildiği, haramların sıradanlaştığı bir topluma Allah rahmet etmez! Ne yazık ki egemen güçlerin ve küresel aktörlerin ülkemizin de içerisinde yer aldığı İslâm coğrafyasında fitne ve fesat çıkarmaya, kargaşa, terör ve çatışma ortamları yaratmaya, coğrafyayı bölüp parçalamaya yönelik stratejileri, plan ve programları gücünü ve desteğini büyük ölçüde İslâm dünyasının zaaflarından almaktadır. Aşağıdaki hadis bu durumla ilgili bir sünnetullaha işaret etmektedir:

“Obur kişinin kaptaki yemeğin üzerine geldiği gibi nerede ise toplumların üzerinize gelmeleri (aleyhinize kıyam edip üzerinizde hak iddia etmeleri) yaklaştı. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Resulü o gün sayıca az olacağımız için mi?’ Buyurdu ki: “Siz o günde sayıca çok olacaksınız, ancak siz o gün sel süprüntüsü gibi olacaksınız, Allah düşmanlarınızın kalbinden korkuyu çekip alacak ve sizin kalplerinize de “vehni” atacak. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Resulü vehn nedir?’ Buyurdu ki: ‘Dünya sevgisi (dünyevileşme) ve ölüm korkusu.”[4]

Temel referanslardan hareketle her alanda derin bir muhasebe ve müzakere süreci içerisine girilerek bireysel ve sosyal boyutta arınmaya ve yenilenmeye ihtiyaç vardır. Söz konusu bu arınma ve yenilenmenin sadece bireysel hayatla ve ibadetlerle sınırlı kalmayıp; bileşik kaplar modeline uygun olarak eğitim, yargı, iktisat, ticaret, siyaset, bürokrasi ve diğer bütün sosyal alanlarda gerçekleşmesi gerekmektedir. Böyle kapsamlı bir değişim ve yenilenme için sadece kimlik Müslümanlığı yetmez! Bu iş, dışarıdan birilerinin sihirli bir değnekle müdahalesiyle veya Mehdi beklentisiyle olamaz! Onu gerçekleştirecek olan, aşağıdaki ayette de vurgulandığı gibi, Müslüman toplumun o yöndeki iradesi, azmi ve eylemidir:

“Şüphesiz ki bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.”[5]

 Kur’an’da ifade edildiği gibi,[6] içerisinde yaşamakta olduğumuz çağda hüsrana uğramamanın yolu, kelimenin gerçek anlamında iman etmekten, sâlih amellerden, hakkı ve sabrı tavsiye etmekten geçmektedir.

Ramazanın bu arınma ve yenilenmeye vesile olması dileklerimle… 

 

 

 


[1] Bakara, 2/205.

[2] Bakara, 2/11-12.

[3] Rûm, 30/41.

[4] Bu hadis için bk. Ebû Dâvûd, melâhim 5; İbn Hanbel, 278 /5, 359 /2.

[5] Ra‘d,

[6] Asr, 103/1-3.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya