Dünyamız var olduğundan beri gündüzler geceleri, mevsimler birbirini takip ederek yoluna devam ediyor. Güneş ışıkları ile karanlığı yırtıp aydınlığa dönüştürürken, güneşin batışı ile beraber gecenin karanlığı her tarafı kuşatıyor, zulmet hali baskın geliyor. Kışın dondurucu soğukları baharla beraber yerini ılık bir sıcaklığa terk ederken buzlar eriyor, ölü toprak diriltiliyor, tabiat yeşil bir örtüye bürünüyor. Zamanlar aynı ama zaman içerisinde yaşanan haller, hissedilen durumlar devamlı değişip dönüşüyor. İnsan ve toplum hayatında bazen adaletin, sevgi, saygı, kardeşlik ve dayanışmanın egemen olduğu huzur dönemleri olduğu gibi, cehaletin, zulmet ve karanlığın, nefislerin azgınlığının egemen olduğu dönemler de yaşanabiliyor. Nesnel anlamda zaman dilimleri arasında, belirli günler, geceler, haftalar ve aylar arasında bir farklılık olmamakla beraber, o zaman dilimlerinde meydana gelen hadiseler, Yaratıcı veya insan tarafından onlara yüklenen anlamlara göre onları diğer zamanlardan daha değerli kılmaktadır.
Rahmet, mağfiret, arınma ve kurtuluş ayı bir Ramazanı daha yaşarken, kalpler bir Ramazana daha kavuşmanın sevinç ve coşkusunu yaşıyor. Ramazan, insanın ruhi derinliklerini, iyilik ve güzelliklerini ortaya çıkaran manevi iklimi ve huzur atmosferiyle bizleri kuşatırken, tutulan oruçlarla, iftar ve sahur sofralarıyla, infak yarışıyla, salih amellerle, topluca kılınan Teravih namazlarıyla, Kur’an tilavetleriyle, sohbet ortamlarıyla onu idrak edenlerin hayatına yeni bir program getiriyor. İnsanı insan yapan erdemlere dönüş için fikri bedeni ve ruhani arınmalara vesile oluyor. Ramazanla kalpler sevgi ve rahmete açılıyor; kardeşlik, yardımlaşma, cömertlik ve paylaşma duyguları en ileri noktaya çıkarak nispi de olsa düşünce ve duygularda manevi bir inkılap gerçekleşiyor. Ramazan ayı, Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan cehalet ve zulmet içerisinde yolunu kaybetmiş insanlığa hidayet olarak indirildiği, âlemlere rahmet ve son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed’in nübüvvet misyonunu yüklendiği, nice manevi hazinelerin açıldığı; nefislerin kibir, bencillik ve zulümden arındırıldığı; rahmet ve mağfiret kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapandığı mübarek bir ay! Bir şeyi idrak etmek, onu derinliğine anlamayı, onunla ilgili bir bilinç noktasına ulaşmayı ifade eder. Bu bağlamda Ramazanı idrak etmek, Ramazanın bilincine varmakla; yani gerçek anlamda mümin olmanın şuuruna ulaşmakla mümkün olabilir. Ramazan gibi doğrudan dinle bağlantılı bir konu hakkında bilinç oluşması, iman duygusuyla bütünleşen bir bilgiyi ve deruni tefekkürü gerektirir. Dolayısı ile belirli bir zaman dilimi olarak Ramazan herkes için aynı olmakla beraber, onun idrak edilip algılanması, onunla ilgili bilinç oluşumu, Müslüman bile olsalar bütün bireylerde aynı şekilde gerçekleşmemektedir.
Ramazanın hayatımızda kalıcı bir değişim yapması, bütün insanlık için doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayıran bir hidayet rehberi olarak Kadir gecesinde indirilmeye başlanan Kur’an vahyini, insanlığı şirkin, cehalet ve zulmün bataklığından kurtaracak evrensel ilahi mesajı ve onu insanlığa tebliğ eden İslam Peygamber’ini değişim projesinin merkezine yerleştirmeden gerçekleşemez. Vahiy merkezli böyle bir değişim, geçmişi, günümüzü ve geleceği terazinin kefesine koyarak muhasebe edip değerlendirmek, geçmişle bugün ve gelecek arasında anlamlı bir ilişki kurmak durumundadır. Bu noktada kendimizi doğrudan ilahi mesajın muhatabı görmek, nasıl bir dünyada yaşadığımızı sorgulamak durumundayız. Gerçekte Ramazanı idrak etmek, mümin olmanın şuuruna varmaktır. İmanları dudaklarından kalplerine inemeyenler, iş ve eylemlerine yansımayanlar gerçek anlamda mümin olamazlar. Bu insanların Allah’a tam bir teslimiyetle imanlarını teyit etmeleri gerekir. Aşağıdaki ayet-i kerime bu noktaya işaret etmektedir:
“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…”[1]
Yukarıdaki ayet, “iman ettim” dediği halde hâlâ iyiliği emredip kötülüğü nehyedemeyen, az bir menfaat uğruna ahiretini feda edip dünyayı satın alma gayreti içinde olan, servet ve iktidar peşinde her türlü haksızlığa yönelen, kul haklarına riayet etmeyen sözde Müslümanlar için önemli bir mesajdır. Yani dilden “iman ettim” demekle gerçekte iman edilmiş olunmuyor. İmanın kalplere inmesi, ahlaka ve amellere yansıması gerekiyor. Oruç, namaz, dua, itikâf, Kur’an tilaveti, zekât, fitre, sadaka, hac ve umre gibi ibadetler Kur’an ve sahih sünnet bütünlüğü bağlamında asla ahlaktan ve hukuktan bağımsız değildir. Gerçek anlamda mümin olmak, iman, ahlak, ibadet ve muamelat bütünlüğünü gerektirir. Eğer bugün Müslüman toplumlarda İslam’ın ruhuyla, ana hedef ve gayeleriyle, Kur’an ve Sünnet’te ifadesini bulan ilahi mesajın öne çıkardığı prensiplerle bağdaşmayan problemler yaşanıyorsa; zulüm, hukuksuzluk, hırsızlık, yolsuzluk vb. durumlar meşrulaştırılıyorsa, nasıl bir İslam ve Ramazan algısının olduğu muhasebe edilmelidir. Bir kimse Müslüman olduğunu iddia ettiği halde haksız kazanç elde etmeye devam ediyorsa, alış verişinde insanları aldatıyorsa, fahiş fiyatlarla mal satıyorsa, çalıştırdığı insanların emeğinden çalıyorsa, kendisine emanet edilen makamları, görev ve yetkileri kötüye kullanıyorsa, onun İslam, iman ve Ramazan algısında problem var demektir. Yine birileri Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde İslam’ın Müslümanlar arasında ikame etmeye çalıştığı kardeşlik, dayanışma ve emanet prensiplerine itibar etmeyip en büyük zararı yine dinin kendisine veriyorlarsa düşünmek gerekir.
Ramazan ayı ruhlarda, fikir ve eylemde bir inkılap ayı olmak yerine, ibadetlerin içi boşaltılıp şeklen yerine getirildiği, nefislerin yeterince terbiye edilmediği, yemeğe ve tüketime eğilimin arttığı, şenlikler ve kutlamaların eşlik ettiği folklorik bir yaşantıya; özünü ve ruhunu kaybetmiş, anlam buharlaşmasına maruz kalmış bir âdete dönüştürülmemelidir. Ramazan, zengin iftar sofraları kurup beş yıldızlı otellerde lüks ve israf içerisinde sefa sürmek, gösteriş yapmak, birtakım şenliklere katılmak anlamına gelmez! Böyle bir anlayış içerisinde birçok Müslüman için Ramazan anlamını yitirirken, mübarek geceler ilahi vahiyden soyutlanmış bir kutsallıkla ihya edilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki namaz ve oruç gibi ibadetler Kur'an'ın ortaya koyduğu hayat tarzının içinde insanı tekâmül ettirmeye, takvaya ulaştırmaya, ahlaken yüceltmeye matuf ibadetler bütününün parçası durumundadır. İbadetin bu fonksiyonunu yerine getirebilmesi, vahiy merkezli bir anlayış içerisinde icra edilmesiyle mümkündür. Ramazan, ilahi mesajın rehberliğinde doğru algılandığında, müminlere fazilet ve olgunluk kazandıracak rahmet, feyiz ve bereket mevsimidir. Salt aç ve susuz kalmaya indirgenmiş bir oruç, içerisine riya karışan iftar sofraları, sadaka ve yardımlar, ruhundan uzaklaştırılarak festivallere ve siyasi şova dönüştürülen bir Ramazan, azgın nefisler için ıslah edici, insan ve toplumu felakete götüren dünyevileşmeyi engelleyici, imanda ortaya çıkan zaafları, ahlak ve şahsiyette meydana gelen çürümeyi giderici bir fonksiyon icra edemez.
Günümüzdeki yaygın İslam anlayışı, onu bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş, hayatı bütün boyutlarıyla kuşatan evrensel bir din olarak anlamaktan çok, onu belirli coğrafyalara, geleneklere indirgeyerek bir ulus dini haline dönüştüren bir algı üzerine kurulmaktadır. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde İslam’a ters düşen birçok düşüncenin, zihniyet ve uygulamaların hâkimiyet kurmuş olması; kabileci, etnik, mezhebi ve ideolojik tefrika ve çatışmaların gündemi işgal etmesi, İslami kavramların, sembol ve değerlerin istismar edilmesi böyle bir algının varlığı ile izah edilebilir. İslam’ın cahiliye kategorisine yerleştirdiği her türlü ayrımcılığın, sınıfçılığın, zorbalığın, ideolojik tasarrufların, ekonomi, hukuk, siyaset, bürokrasi ve diğer alanlarda hüküm sürmekte olan ilkesizliklerin toplum hayatımızda egemenlik kurmuş olması, İslam’ın kendi asli kaynaklarına, misyon ve hedeflerine göre özümsenmemiş olduğunu yeterince göstermiyor mu? Bir hadis-i şerifte sanki İslam dünyasının günümüzdeki durumuna işaret edilmektedir:
“Yemek yiyenlerin birbirini çağırarak kaptaki yemeğin üzerine üşüştüğü gibi neredeyse toplumların üzerinize üşüşmeleri (birbirlerini davet ederek üzerinize gelip hak iddia etmeleri) yaklaştı. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Elçisi, o gün sayımız az olacağı için mi?’ Buyurdu ki: “Siz o günde sayıca çok olacaksınız, ancak siz o gün sel süprüntüsü (selin taşımakta olduğu çör-çöp) gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden korkuyu çekip alacak ve sizin kalplerinize de vehni atacak.’ Dediler ki: Ey Allah’ın Elçisi, vehn nedir? Buyurdu ki: ‘(Vehn) dünya sevgisi ve ölüm korkusudur.” [1]
Sonuç olarak doğru bir İslam telakkisi, onu insanlığın başlangıcından Kur’an’ın Hz. Muhammed’e indirilişine kadar Allah’ın tarihe müdahalesiyle gerçekleşen bütün bir ilahi vahiy sürecinin kendisinde temsil edildiği evrensel din algısıyla mümkün olabilir. Sadece sosyo-kültürel anlamda Müslüman kimliğine sahip olmak, o toplumda dinin ilahi vahyin amacına uygun şekilde anlaşılıp yaşanıyor olduğu, bütün bir toplumun dini samimiyet, ihlâs ve takva üzerine yaşıyor olduğu anlamına gelmez. İslam, birilerinin anlamaya çalıştıkları gibi tabela ve slogan dini değildir! Nefislerimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Ramazan milletimiz için, İslam dünyası ve bütün insanlık için hayırlara vesile olsun.
[1] Ebu Davud, Melahim 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/359, V/278