Görmek istemediğimiz, büyük güçler arasındaki rekabette Türkiye’nin de bir yeri olduğu. Bunu görmediğiniz takdirde ülkenizin yerini ve rolünü destekleyecek yaklaşımlar üretemezsiniz.
Türkiye, dünyadaki her büyük gücün ilgi alanındadır. Bu ilgi birbirinden çok farklı denklemlerde ve mesafelerde şekillenebilir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Türkiye’nin dünyadaki rolünün zayıfladığını düşünenlerin sayısı hatırı sayılır düzeydeydi. Oysa görüldü ki ülkemizi yönetenlerin pek de mahir olmayan hamlelerine rağmen, hemen tüm kritik değişimlerde gücümüz ve değerimiz arttı. Bu potansiyeli yeterince değerlendirdik mi, yazık ki hayır.
Önceki yazıda II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle başlayan çok partili demokratik hayat tecrübemizin dinamiklerine kısaca değindim. Ayrıca 12 Eylül 1980 darbesiyle ortaya çıkan “yeni” dönemin, Soğuk Savaş sonrası dünyaya entegre olma yönünde “erken bir okuma” olduğunu savundum.
Özeti, küresel ölçekteki rekabetlerde Türkiye’nin rolü ve öneminin olmadığını savunmak beyhude bir çabadır.
AK PARTİ, BÜYÜK DEĞİŞİMİN İKTİDARI
20 yıllık AK Parti iktidarının hemen öncesinde; 28 Şubat post-modern darbesi, 1999 seçimleri sonrasında ortaya çıkan koalisyon iktidarları ve beraberindeki büyük ekonomik kriz olduğunu hatırlayalım.
Türkiye o sancılı dönemde de uluslararası ilgilerin merkezindeydi. Toplumdaki değişim talepleri ve merkez-çevre çatışması yakından takip ediliyordu.
Bu değişim taleplerini, özellikle de siyasi merkezin itip kaktığı geniş kesimleri bir şekilde iktidarla buluşturan Tayyip Erdoğan ve AK Parti kadroları oldu.
Aradan geçen 20 küsur yılın kendi içinde önemli kırılma anları oldu. Erdoğan, hemen her krizden galibiyetle çıktı, yeri geldi yol arkadaşlarının bir kısmıyla ayrı düştü. Yeri geldi kendisine şiddetle muhalefet edenleri kadrosuna kattı.
Ancak asıl farklılaşma ve tercih, 2016 yılında ortaya çıkan 15 Temmuz darbe girişimiyle netleşti. Çünkü bu dönem itibarıyla ortaya çıkan ittifak, AK Parti’nin daha önce mesafeli olduğu siyasi kodlara sahipti. MHP ile kurulan ittifak, aynı zamanda devlet içinde yeni bir dengeye işaret ediyordu.
Bu dengelerin kuruluşu, dış politikada yeni süreçlerin başlamasıyla birlikte şekillendi. 2016 sonrasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin derinleşmesi, Erdoğan-Putin hattının etkin ve pek çok sorunlu alana müdahil bir karakter kazanmasından söz ediyorum.
BÜYÜK KOPUŞ MU?
Meselenin yaklaşan seçimlerle ilgisine doğru ilerlerken, şu sorunun altını çizelim.
Yaklaşık 7 yıldır belirginleşen bu ittifak ve beraberinde yürüyen dış politika, Türkiye’nin 1945 sonrası yaptığı tercihlerden kesin/keskin bir kopuş anlamına mı geliyor?