Birkaç gün önce bir Hıristiyan din adamı, Gazze’de olan bitenlere dikkat çekmeye çalışırken “İsa bugün doğsaydı, Filistin’de, yıkıntılar arasında doğmuş olacaktı” dedi.
Şöyle düşündüm papaz efendinin bu cümlesi karşısında: “Gazze’de yıkıntıya dönüşen Şifa Hastanesi’nin elektriksiz doğumhanesinde İsa’nın doğduğunu bilmiyor galiba.”
Yanlış anlaşılmasın. “Mesih yeryüzüne inmiştir” demiyorum. İşin orasını uzmanları falan konuşsun. Hatta mümkünse konuşmasınlar. Ben başka, bambaşka bir şey söylemenin derdindeyim.
Hazreti İsa’nın doğduğu coğrafyada ve zaman diliminde cari kavram “azgınlık” idi. Yahudiler bir başka azgınlığın, Roma bir başka azgınlığın kollarına kendilerini bırakmışlar, insanlığın görüp görebileceği en kötü “toplumsal vasat”lardan birini oluşturmuşlardı el birliğiyle. Sınıf ayrımı ve zulüm standarttı, adaletsizlik ise zirve dönemini yaşıyordu.
Tertemiz annemiz Meryem’in yavrusu Nasıralı İsa’nın bu topluma peygamber olarak geldiğinde ortaya koyduğu ilk önerme ile Hazreti Adem’den beri bütün peygamberlerin ortaya koyduğu temel önerme aynıydı: “Bir başka dünya mümkün.”
Hazreti İsa açısından “bir başka dünyanın mümkün olduğuna inanmanın ve bunun için çalışmanın” ilk adımı kavramların yerli yerine oturtulması idi. Yaratıcı, din, ibadet, merhamet, direniş… Hazreti İsa’nın o günün Filistin’inde giriştiği ilk ve en önemli işin “bütün kavramları değiştirerek düşünce setlerini doğru konumlandırmak” olduğunu derhal fark ederiz.
Bu durumu “zihinsel özgürleşme” olarak tanımlamak, doğrusu durumun kendisine de haksızlık olur. Bağdat Caddesi’nde milletin parasını rahat cukkalamak için açılan kişisel gelişim merkezlerinde falan satılıyor çünkü “zihinsel özgürleşme” denilen şey.
Buna, eksik de olsa, doğrudan doğruya “insanlık tarihine müdahale ederek” gerçekleşen bir “zihinsel devrim” denebilir.
Bu süreç, hem Hazreti İsa'da, hem kendisinden önceki peygamberlerde, hem de kendisinden sonra gelen Efendimiz’de (s.a.v.) aynı şekilde gerçekleşmiş. Geldikleri, görevlendirildikleri toplumun bütün yerleşik ve yanlış kavramlarını yerle bir edip yerine yeni, temiz, atak ve dönüştürücü kavramlar ihdas etmişler. Bu yeni kavramlarla birlikte dönüşen toplumlar, insanlığın görüp görebileceği en saadetli anları, zaman dilimlerini oluşturmuşlar.