Elde edilen tecrübeler bize, ilgi/alâka olmadan bilgi; bilgi olmadan bilinç; bilinç olmadan eylem/amel; eylem olmadan alışkanlık; alışkanlık olmadan da kişiliğin oluşmadığını gösteriyor. Dolayısıyla ilgi olmadan kişiliğin oluşmasını sağlayan süreçlerin başlaması da söz konusu olmuyor. Zira kişiliğin oluşması ve gelişmesinin ilk adımı ilgi ile başlıyor ve sırasıyla diğer merhaleler, bu ilk adımı takip ediyor. Bu nedenle ilgi, -buna merak da diyebiliriz- insan hayatında büyük önem arz ediyor. Zira ilgi, “belli bir olay, etkinlik, şey ya da kişiye yakınlık duyumsama, ondan hoşlanma ve ona öncelik tanıma” yı ifade ediyor ve alâka ile benzer bir anlam içeriğine sahip bulunuyor. İlgisizlik ise bunun karşıtı bir anlam içeriyor.
İlgisizlik, her konuda olduğu/olabileceği gibi din konusunda da söz konusudur ve her geçen gün etkinliğini daha da hissettiren ciddî bir sorundur. Bu sorun da “Din”e ilgi duymayı ve bu nedenle de onu öğrenme ve yaşama isteğini gittikçe azaltan bir etkiye sahiptir. “Dinin Geleceği” isimli eserinde Prof. Dr. Ali Köse, bu konuyu şöyle açıklıyor:
“İlgisizlik, dinin sunduğu inançların, ibadetlerin ve kurumsal katılımların kişi tarafından pasif bir şekilde kale alınmamasıdır.” (…) Kendilerini “ilgisiz” olarak tanımlayanlar, dinden tamamen sıyrılmak, tümüyle ateizme yelken açmak veya Tanrı’yı reddetmek gibi bir tavır içinde değillerdir. İlgisiz kişinin en önemli özelliği, din ile doğrudan bir temasının olmaması, hayatında dinin bir öneminin bulunmamasıdır. Bununla birlikte kişi, kendisi ilgisiz olsa da dinin toplumsal fonksiyonlarını kabullenebilir. Yahut hayatın dönüm noktaları olan, nikah, cenaze töreni gibi ritüellere katılabilir, din ile bu şekilde temas kurabilir.
İlgisizleri tek bir kategoride sınıflandırmak mümkün değildir, çeşidi varyasyonları olabilir. Ama ortak noktaları din veya inanç adına bir kayıp yaşamış olmalarıdır. Din veya inanç kaybı genelde entelektüel, sosyal ve duygusal boyutlarda gerçekleşir. Bu boyutların hepsi birlikte oluşmayabilir.
-
Kişi, inançlarını kaybeder ama kendisini dini gruba ait hissetmeye devam edebilir, ritüellere katılabilir.
-
Kişi, inançlarını devam ettirir ama dini grupla bağını keser.
-
Kişi hem inançlarını kaybeder hem dini grupla hiç bir özdeşleşme gerçekleştirmez.” [1]
İlgisizliğin sebepleri arsında hazcılık/hedonizm, konfortizm [2] ve sekülerizm en dikkat çekenleri olarak görülüyor. Haz, “acının karşıtı olarak hoşlanma ve tat alma” yı ifade eder. Bu nedenle hayatın anlamını, “haz” da arayan dünya görüşüne “hazcılık/hedonizm” adı verilmektedir. Bunun da kökeni eski Yunan düşünürlerine dayanır. “Haz veren şey iyi, acı veren de kötüdür” anlayışını yansıtmaktadır. Nitekim bu anlayışa sahip olanlar, “biricik iyi, hazdır”, dolayısıyla “Haz, bütün eylemlerimizin ereği/amacı olmalıdır” [3] görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Kökü her ne kadar eski Yunan’a dayansa da bir hayat felsefesi olarak hazcılığın, günümüzde etkin bir konuma geldiği ve özellikle yeni nesli derinden etkilediği görülmekte ve zevk veren şeylere aşırı derecede odaklanan kişilere de “hedonist” denilmektedir. Bir diğer ifade ile hedonist, “zevk” ve hazzı” kendine özgü bir iyilik olarak gören ve her şeyden haz almayı felsefi bir görüş olarak kabul eden kişidir. Ona göre hayatın anlamı, “kişisel faydacılık” tır, bu nedenle o, hayatının kahir ekseriyetini yemeye, içmeye, giymeye, cinselliğe veya keyif veren madde kullanımına adar; dolayısıyla da hayattaki diğer önemli ve değerli şeylere iltifat etmez ve onları dışlar. Mutluluğu kendine zevk veren şeylerde arar ve onun peşinde koşar. [4] Gerçek olan şudur ki haz, insana tıpkı içki ve madde bağımlılığında olduğu gibi geçici bir mutluluk verse de, huzur/saadet vermez/ veremez. Zira huzur, geçici olanda değil, sürekli olandadır. Bu sürekliliği en iyi sağlayan da dindir. Çünkü din, getirdiği ölçü, denge, ilke ve kurallar ile insana, mutluluktan da öte huzuru hedefleyen ve sağlayan bir hayat vaat etmektedir.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu konuda sebep sonuç ilişkisine temas ederek şunları söyler:
“Bizim zamanımızdaki tehlike kuzey ülkelerinden geliyordu. O dönemde Marksizm tehlikesi vardı. Şimdi ise sekülerizm yani dünyevileşme tehlikesi var. Hiç Allah ve ahiret yokmuş gibi yaşamak. Sekülerizm, tehlikesi çok sinsi bir tehlikedir. En dindar insanı bile etkiliyor. Yeni kuşakta şu an iki tane özellik var. Biri konfortizm diğeri egosentrizim.
Konfortizm; haz, konfor peşinde koşmak ve kendini dünyanın merkezine koymaktır. Bunların hepsi genç kuşakları bekleyen tehlikelerdir.(…) Şu andaki sistem gençlere zeki ol, başarılı ol, çalışkan ol diye öğretiyor. Zeki, başarılı ve çalışkan olmuş ve kimya mühendisi olmuş birisi mezun oluyor ve sentetik esrar üretmeye başlıyor. Çok çalışkan ama yaptığı iş iyi bir iş değil. Yani zeki, başarılı ve çalışkan bir insan olmanın yanında kişilerin iyi bir insan da olmaları gerekiyor. Gençlere bunları öğretmemiz gerekiyor. İyi insan denildiği zaman, dünyada iyi insana örnek verilecek en doruk örnek Allah’ın Resulüdür. Rol model odur, kimse onun ahlakına itiraz edemiyor. Psikolojik savaş yöntemiyle dini yüksek sesle söylemeyi tehdit gibi gören bir anlayış var, maalesef bizde de devam ediyor. Ama bizim bunu yüksek sesle söylememiz gerekiyor”. [5]
Bu görüşler, Almanya’da bir lise müdürünün, her eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlerine gönderdiği mektuptaki görüşlerle de adeta bir paralellik arz ediyor:
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiç bir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yıktığı insanlar…. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizden istediğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Eğitim, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa o zaman önem taşır.” [6]
Bu nedenle yeni nesle, dinin lüzumu öğretilirken neden ve niçin dine inanması gerektiği de anlatılmalıdır. Dolayısıyla din eğitiminin, “Din” niçin vardır, dinî kurallar niçin yapılmalıdır? sorularına cevap vermesi ve dinî kuralların nasıl yerine getirildiğini/ getirilebileceğini öğretmeden önce, dinî konuların ve kuralların niçin gerekli olduğunun da öğretilmesi gerekiyor. Zira bir çocuğa, niçin inanması, niçin ahlaklı olması ve niçin ibadet etmesi gerektiğini öğretmeden ve onu bu konuda bilinçlendirmeden önce doğrudan otuz iki farzı ezberletip; abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, hac nasıl yapılır konuları anlatıldığında, çocuklar haklı olarak “niçin ve neden?” sorularını sorma ve cevabını da öğrenme ihtiyacı hissediyor.
Bu tür sorulara eskiden belki fazla ihtiyaç duyulmuyordu, belki ihtiyaç duyuluyordu da biz farkında değildik. Günümüzde her çocuk bu ve benzeri soruları sormuyor olabilir, ama cebinde internetle gezen IQ’su yüksek her çocuğun, inandığı ve yaptığı bir şeyi, neden ve niçin inandığını ve yaptığını bilmek istediğini de unutmamak ve gözden ırak tutmamak icap ediyor. Zira bir konuyu yeterince iyi anlamamış ve içselleştirememiş kişilerin, o konuyu içten ve samimi olarak yapması da mümkün olmuyor, ya da olamıyor.
Dinî kurallar, nedeni bilinmediği için fazla ilgi çekmiyor, dolayısıyla ilgi duyulmayan bir konunun, bilgiye dönüşmesi ve olumlu davranışlara yansıması da söz konusu olmuyor. Buna karşılık hedonizm, konfortizm ve sekülerizmin etkisinde kalan kişiler, bu anlayışlara daha çok ilgi duyabiliyor ve onları bir hayat felsefesi olarak benimsiyor. Dinî kurallar ise çoğu zaman bu kişiler tarafından hin-i hâcette kullanılmak üzere bir kenarda bekletiliyor. Günlük yaşayışta bunun pek çok örneği görülüyor. Nitekim Nokta Dergisi’nin 1987 yılında yaptığı bir mülakatta hikâye , roman, anı, deneme ve çocuk kitabı yazarı bir bayanın şu ifadeleri, bu anlayışa bir örnek oluşturuyor ve dine olan ilgisizliğin, eskiden de mevcut olduğunu, dolayısıyla sadece günümüze özgü olmadığını da gösteriyor:
“Ben ne ateistim, ne de dindarım. Özel bir tanrım var. Aslında ateizm ve din konularıyla hiç ilgim yok. Başım sıkıştığında “Of Allah’ım” diyorum. Fantastik bir tanrım var. Ama dediğim gibi bu konularda hiç ilgim yok.” [7]
Bu nedenle gençlerimizin, “Din”i, bir hayat tarzı olarak görmeyen ve onunla ilgilenmeyen, fakat kendince bir hayat felsefesi oluşturan ya da oluşturulmuş hayat felsefelerinden birini benimseyen insanların etkisinde kalmamaları için bilim insanlarının ve eğitimcilerin, bu konuya daha çok eğilmeleri, yeni yöntemler ve çözüm yolları aramaları gerekiyor. Zira din eğitim ve öğretiminde uygulanan klasik eğitim ve öğretim yöntemlerin ve yaygın din eğitimde kullanılan üslubun, dinî bilgileri ve kuralları, topluma yeterince yansıtamadığı ve bu kuralların bir ihtiyaç olarak algılanmasını da sağlayamadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla sözü edilen çağdaş düşünce akımları ve yaşam tarzları karşısında uygulanan klasik eğitim ve öğretim yöntemlerinin ve genel üslubun, yetersiz kaldığı ve sahip olduğu psikolojik üstünlüğünü de kaybetmeye başladığı görülüyor.
[1] Ali Köse, Dinin Geleceği, Ankara 2023, s. 211-213.
[2] Konfortizm, Konformizm ile karıştırılmamalıdır. Konformizm çevresinde kabul görmüş hâkim görüşlere ve davranış biçimlerine uyan kişilerin yaşam anlayışıdır. Bu yaşam anlayışı, çevre koşullarını belirli ilkelere göre düzenlemek yerine çevre koşullarına uyum sağlayarak hayatını sürdürmeyi telkin eder. Konformizm; keyfine, konforuna düşkün, konforlu hayatı seven kişilerin davranışlarını değil; kabul edilen standartlara uygun davranışlar sergileyen bireylerin yaşam anlayışını ifade eder. (felsefe .gen.tr)
[3] Bedia Akarsu , Felsefe Terimleri Sözlüğü , İstanbul 1994, s.93-94.
[5] uskudar. edu.tr haberler 23.Temmuz 2020
[6] Bazı internet siteleri.
[7] Nokta Dergisi, Ve Söz Tanrısızların, 22 Mart 1987, s.57.