Tarihi süreç içinde bir çok düşünürün, “insan olmak” la ilgili görüş beyan ettikleri biliniyor. Bu düşünürlerden Sokrates, “Atlar at olarak doğar; insanlar insan olarak doğmaz, insan olunur” derken; Erasmus da buna benzer bir ifade ile “İnsan, insan olarak doğmaz, insan olunur” der.
Elisabeth Kübler Ross ise, “Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi, kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş insanlardır. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar ” diyerek, “insan olmak” için oluşmak gerektiğini söyler.
Fuzulî’ye mi, yoksa Kemalpaşazade’ye mi ait olduğu tartışmalı olan bir beyitte, [1]
“Eylesen tûtiye ta’lim-i edây-ı kelîmât,
Nutku insan olur ammâ özü insan olmaz” denilirken Ziya Paşa,
“Âsaf’ın mikdârını bilmez Süleymân olmayan,
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan” beyti ile bu kervana katılır. Ferid Kam ise,
“Ne kadar olsa da esbab-ı seadetle bekam,
Olamaz kimse bu alemde elemsiz bir an,
Elemim yok diyen erbab-ı tecellüd varsa, [2]
Ya bu alemden uzaktır, ya değildir insan” diyerek, bir “elemim yok” diyerek yalandan yiğitlik gösteren kişinin, insan olamayacağını söyler.
İkinci Cihan savaşı sırasında Almanya’da yaşanan faciaya şahit olan bir lise müdürünün, her eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlerine gönderdiği mektuptaki şu ifadeler de insan olmanın önemine dikkat çeker:
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetişmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşerilerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar…Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizden istediğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Eğitim, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa, ancak o zaman önem taşır.”
Geçmişte böyle bir soykırıma uğrayan Yahudilerin, bugün Gazze’de onursuz ve ahlaksızca bir soykırım ile Lübnan’da vahşice yaptıkları katliam, insanlığını yitirdiğini ve “bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar” haline dönüştüklerini gözle önüne seriyor. İnsan sormadan edemiyor: Bu soykırımı ve katliamı yapanlar, gerçekten insan olabilir mi?
İnsan olmak veya olmamak üzerine söylenen bu sözler, her bireyin, insan olma potansiyeli ile dünyaya geldiğini ve çabası oranında insan olduğunu ifade eder. Mevlana’nın “Hamdım, piştim ve yandım” sözü de bu süreci açıklar. Çünkü insan olarak doğan her birey, tercihleri ve çabaları nispetinde insan olma erdemine erişir. Zira insan olarak doğmada kişinin bir iradesi yoktur, ama insan olmada vardır. Bu nedenle insan, verilmiş bir kimliği; “insan olmak” ise kazanılmış bir kişiliği ifade eder. İnsanı değerli kılan da bu kişiliktir. Zira bu kişilik, kazanılan bir değerdir ve bilgi, görgü, eğitim, donanım ve tecrübe ile elde edilir. Bu nedenle “oldum!” demekle insan olunmuyor, olmak için irade ve gayret gerekiyor. Nitekim Bağdatlı Rûhî, çaba ve gayret göstermeden oldum diyenleri şöyle hicvediyor:
“Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der,
Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der.”
Bilindiği gibi insan, Arapça bir sözcüktür ve “ins” kelimesinden türetilmiştir; irade ve sorumluluk sahibi sosyal bir varlığı tanımlamaktadır. Ünsiyet kavramının da aynı kökten türetildiği ve arkadaşlık, ahbaplık, tanışıklık, ülfet ve dostluk gibi anlamlara geldiği bilinmektedir. İnsan ile yakın bir anlam içeriğine sahip olan diğer bir kavram da beşer sözcüğüdür. Bu da “cildin sathı, derinin dış yüzeyi” anlamındadır. Bu iki kavramdan beşer sözcüğü, insanın daha ziyada fizyolojik, anatomik ve fizikî yönünü, insan sözcüğü ise sosyal yönünü tanımlar. Dolayısıyla bu iki kavram, farklı iki varlığı değil; bir varlığın iki ayrı yönüne işaret eder. Bu nedenledir ki bu konuda fikir beyan eden düşünürler, görüş ve düşüncelerini farklı üslup ve ifadelerle dile getirseler de, ileri sürdükleri görüş ve düşüncelerin ana fikri, insanın kurallı ve ilkeli hayat anlayışları ve tercihleri ile ilgilidir. Bunların arasında da sevgi, saygı, merhamet, yardımlaşma, paylaşma, sabır, affetme, empati vs. gibi ahlâkî davranışlar en dikkat çekici olanlarıdır. Bu davranışların önemini ise Hz. Peygamber’in, “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz ” [3] sözünden daha iyi anlıyoruz. Zira bu hadis, bizden empati yapmamızı, kendimiz için istediğimiz bir şeyi, başkaları için de istememizi; kendimiz için istemediğimiz bir şeyi de başkaları için istemememizi istiyor.
Her bireyin insan olarak yaratılması, hiç şüphesiz onun için bir onurdur, ama bu onura layık olacak davranışlarda bulunmak da insanın en temel görevleri arasında yer alır. Bunun için de her insanın, fıtrî yetilerini şerde değil, hayırda ve Yüce Yaratıcının arzu ettiği istikamette kullanması ve bu bilinçle hareket etmesi icap etmektedir. Bir başka ifade ile her birey, insan kimliği ile yetinmemeli, insan olma çabası içinde olmalıdır.
İnsan olmakla müteradif bir anlam içeriğine sahip olan diğer bir kavram da “adam olmak” tır. Bu konuda Rudyard Kipling’in de bir şiiri var. Bu şirinde Kipling, oğluna adam olmayı “if/eğer’ li cümlelerle şöyle anlatır:
“Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde ‘dayan’ diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası sen bir Adam olursun oğlum…”
Kipling’e göre adam olmak, bu vasıflara sahip olmak demek. Şüphesiz Kipling’den farklı düşünceler de vardır. Onların da kendine göre adam olma tanımları olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Fakat adam/insan olmakla ilgili hangi tanım yapılırsa yapılsın, bu tanımlarda mutlaka ahlakî ve etik değerlerin yer aldığı görülmektedir. Zira adam/insan olmakla, ahlaklı olmak arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Çünkü yalan konuşan, zalim, aldatan, hırsız bir kişiye “adam gibi adam” denildiği görülmemiştir. Tam aksine kişiliği oluşmuş; çizgisi belli; çıkarları için eğilip bükülmeyen; güzel işler yapan, yaptığı işi güzel yapan; adil olan, yalan konuşmayan, özü sözü bir olan insana, “adam gibi adam” denilmektedir.
[1] Konunun uzmanı öğretim üyesi bir arkadaşım, bu beyit hakkında “Fuzûlî Dîvânı’nda böyle bir beyte rastladım. Ancak Kemâl Paşazâde’nin şiirlerinde mahlas bulunmadığı için bâzı şiirleri başka şâirlere mâl edilmiş Bu da öyle olsa gerek” görüşüne sahiptir. Ayrıca bkz.https://hazineievrak.blogspot.com/2018/10/ne-kadar-da-fuzuli.html; Tuti, papan cinsinden taklitçi kuş, dudu kuşu.
[2] Tecellüd, yalandan yiğitlik gösterme.
[3] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72