Ünlü bir kadın yazar olan Maya Angelou, “İnsanlar, onlara ne söylediğinizi unutabilirler; insanlar, onlara ne yaptığınızı da unutabilirler, ama insanlar, kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar” sözüyle, söylenen sözlerden ziyade, davranışların ne kadar önemli olduğunu ve insan üzerindeki etkisini açıklar. Nitekim bu sözün, yaşanan bir olay üzerine bir hava yolu şirketi tarafından bütün personeline tamim edildiği bilgisi, insana hissettirilen değeri örneklemesi açısından dikkat çekicidir. Olay,14 Ekim 1998 senesinde geçer ve kıtalar arası bir uçuş esnasında yaşanır.
Bir kadın, uçaktaki koltuğuna yerleşir yerleşmez, yanındaki koltukta siyahî bir adamın oturduğunu görür. Mevcut durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını ister. Hostes de tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyler. Diğer yolcular şaşkınlık içindedir. O adam ise zor durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih eder. Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: “Çok özür dilerim geciktim. Birinci sınıfta bir yer buldum Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. ‘Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz’ dedi ve bu izni verdi.” Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın, bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlanırken hostes, oturmakta olan siyahi adama dönerek: “Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor” der. Tüm yolcular bunun üzerine uçak personelini alkışlayarak tebrik ederler. O yıl, şirket yönetimi, uçaktaki bu davranışından dolayı kaptan pilot ve hostesi ödüllendirir ve tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde “İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar!” [1] sözü astırır.
Yıl 1970. İstanbul Zeytinburnu’nda bulunan Ermeni hastanesinde Garbis Aşıkyan isminde bir doktor vardı ve annemi tedavi ediyordu. Tedavisi belli aralıklarla annemin dizine ve beline ağrı kesici iğne yapmaktan ibaretti. Dolaysıyla iğneler periyodik olarak yapılıyordu. Bir defasında iğne vurma günü, ramazan ayına denk gelmişti ve o gün annem, oruca niyet etmemişti. Hastaneye vardığımızda doktorun ameliyatta olduğunu öğrendik. Ameliyat uzun sürdüğü için de doktor odasına geç geldi. Bizden önceki hastalarını muayene ettikten sonra sıra bize gelince içeri girdik. Neredeyse akşam oluyordu. Doktor iğneyi hazırlarken bir müstahdem, elinde yemek tepsisi ile içeri girdi. Doktor, müstahdeme “Yemeği geri götür, burada oruçlu insanlar var.” dedi. Ben söze karışarak “Olsun, biz sizi biliyoruz, bu ana kadar bekledik. Biraz daha bekleriz.” dedim. Onun cevabı “Sizin bilmeniz önemli değil, benim sizin karşınızda yemek yemem size ve dininize saygısızlık olur, ben bu saygısızlığı kendime yakıştıramam. Bu zamana kadar bekledim, biraz daha beklerim ” dedi. [2]
Dr. Aşıkyan’ın bu sözlerini ve davranışını hayatım boyunca hiç unutmadım. Zira o, bu sözü ve tavrı ile bize değer verdiğini hissettirmişti. Kendine değer verildiğini hissetmek, o zamana kadar tatmadığım, tatsam da farkında olmadığım bir duyguydu. Bu nedenle ne zaman açıktan oruç yiyen birin görsem, o doktorun bu sözünü ve davranışını hatırlarım.
Nadir de olsa günlük hayatımızda insana verilen değeri gösteren bu ve benzeri örnekler, Hz. Peygamber’in tüm hayatında ve davranışlarında görülür. Mesela “Hz. Peygamber, Hz. Fatıma’yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak başından öper, ona iltifat edip kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fatıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı” [3] rivayeti, buna bir örnektir. O bu tavrını sadece kızına değil, herkese gösteriyordu. Nitekim onun yanından geçen bir cenaze için ayağa kalktığı, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu söylemeleri üzerine, Hz. Peygamber’in “O da bir insan değil miydi?” [4] dediği ve Kurayza oğulları olayında hakem olan Sa’d b. Mu’az için sahabîlerine ayağa kalmalarını emrettiği nakledilmektedir. [5]
Kur’an’da da insana saygı ile ilgili bilgilerin yer aldığı görülmektedir. “ Ey İman edenler! ‘Meclislerde yer açın’ denildiği zaman yer açın ki Allah da sizin yerinizi genişletsin ve ‘Kalkın’ denilince de kalkıverin ki, Allah içinizden imanı kuvvetli olanların ve ilim sahiplerinin derecelerini böylece yükseltsin. Bilin ki Allah yapıp ettiklerinizden haberdardır” [6] ayeti bunu ifade eder. Her ne kadar ulema, ayağa kalkmayı tartışma konusu yapmış olsa da Süleyman Ateş Hoca, bu ayet ile ilgi şu yorumu yapar:
“Çocukluğumda tahsilde iken hocaya saygıyı sembolize eden bir beyit okumuştum ki hâlâ hatırımdadır:
Mülk katında Şâfi’î,
Yapça kitâp âçar idi
Evrâk sesin işitmeye,
Üstâzı pâki der idi.
Bu beytte İmam Şâfiî’nin hocasına saygısı, yaprak sesinden hocasının rahatsız olmaması için kitabın yapraklarını yavaşça açtığı anlatılıyor. İşte böyle bir ümmetin çocuklarıyız. Yaprağın sesinden hocasının rahatsız olmamasını düşünen öğrenci ve şimdi hocasına en kaba, küstah davranışları reva görmekten çekinmeyen öğrenci.
Özellikle herkese, hocaya saygıda örnek olacak İlahiyat Fakültelerinin bazı öğrencilerinde dahi bu saygısızlığı görmek ne kadar acıdır. 1982 yılında İlahiyat Fakültesi’nde derse girdim, talebeden beş on kişi yerinden kalktı, diğerleri hiç aldırmadı. Benim şahsım için değil, fakat fakültede öğrencilerin bu düşünceye düşmesine üzüldüm. Biz hoca girince hep birlikte fırlayıp kalkardık. Talebeye niçin böyle yaptıklarını sordum. Kalkmanın sünnete aykırı olduğunu söylemesinler mi? Gittim, İbn Kesîr’in tefsirini getirip Peygamber (s.a.v.)in Sa’d ibn Mu’âz’ın önünden kalktığını ve sahabîlerine de kalkmalarını emrettiğini anlatan hadisi okudum Ondan sonra talebe gerçeği anladı ve önümüzden kalkmaya başladı.” [7]
İnsanlar arasındaki ilişkilerde, saygının ayrı bir yeri önemi vardır. Zira saygının olmadığı bir ortamda aşağılama, horlama ve alay etme gibi olumsuz duyguların öne geçtiği, dolayısıyla insanın değersizleştirildiği ve itibarsızlaştırıldığı görülür. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, Müslümanlardan Hz. Peygamber’e karşı saygıda kusur etmemelerini isteyerek onun huzurunda konuşurken ses tonlarını yükseltmemelerini öğütler ve böyle bir davranışın ona saygısızlık olacağını açıklar.
“Ey iman edenler! Sesinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, kendi aranızda konuştuğunuz gibi Peygamber ile yüksek sesle, bağırıp çağırarak konuşmayın. Yoksa farkında olmadan yaptığınız iyi işlerin sevabı yok olup gider” [8] ayeti, bize bu mesajı verir. Zira ayetin lafzı, her ne kadar Hz. Peygamber ile irtibatlı ve sınırlı olsa da, normu yani saygı gösterme kuralı, evrensel bir nitelik arz eder. Bu nedenle İbn Kesir, tefsirinde Allah Teâlâ’nın bu suredeki muhteva ile Müslümanlara edep kurallarını öğrettiğini söyler. [9] Ayrıca Allah Teâlâ, Kur’an’da sadece Hz. Peygamber’e olan saygıdan değil, aynı zamanda anne-babaya olan saygıdan da söz ederek şöyle der:
“Biz insana ana-babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Bana ve ana babana teşekkür et diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Şayet anan ve baban seni bana karşı körü körüne ortak koşmaya zorlarlar ise, onlara itaat etme, fakat dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy.” [10]
“Rabbin yalnız kendine tapmanızı ve ana-baya iyilik etmenizi emretmektedir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara karşı ‘öf!’ bile deme. Onları azarlama, onlara saygı göster. İkisine de tatlı söz söyle”. [11]
Görüldüğü üzere bu ayetler, anne-babayı incitecek, kıracak ve üzecek söz ve davranışları yasaklamakta, evlatlarından onlara değer vermelerini ve verdikleri değeri de hissettirmelerini istemektedir. Bu ana ilkeye ilaveten Hz. Peygamber’in de “Saçı sakalı ağarmış yaşlı Müslüman’a saygı gösterip ona ikramda bulunmak, Allah’a saygıdandır” [12] buyurarak saygının sınırlarını genişlettiği; “Küçüğümüze şefkat, büyüğümüze saygı göstermeyen, bizden değildir” [13] bulunarak da büyüklere saygıda kusur edilmemesini tavsiye ettiği görülmektedir.
Sonuç olarak Kur’an’da “İnsanlara güzel söz söyleyin” [14] buyrulmaktadır. Bu emir, iç bağamı itibariyle İsrailoğullarından alınan misak ile ilgili olsa da ayetin hükmü geneldir ve bütün Müslümanları da kapsamaktadır. Bu nedenle doğru ve güzel iş yapan insanları takdir edip onlara güzel sözler söyleyerek teşekkür etmek; özellikle de onların hayat hakkına, inanç ve düşünce hürriyetine, onuruna, mülkiyet hakkına saygı göstermek ve bunu da onlara söz ve davranışlarımızla hissettirmek, ahlâkî görevlerimiz arasında yer alır. Çünkü bu insan olmanın bir gereğidir.
[1] www. Tarihiolaylar.com
[2] Celal Kırca Bir Nesle Mensubiyetin Hikayesi, İstanbul 2018, s. 195-196.
[3] Ebu Davud, Edeb, 155 .
[7] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri İstanbul 1991, 9/323.
[9] İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’an’il Azîm, Kahire tarihsiz, 7/345.
[12] Ebu Davud, Edeb, 23.