Ne Kadar Medenîleşebildik?
MAKALE
Paylaş
21.07.2024 23:58
456 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

“Medeniyet”, kök anlamı itibariyle Arapçada “şehir” anlamına gelen Medine isminden Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir kelimedir. Bu kelimesinin karşılığı Batı dillerinde “civilisation” olup Latincede “şehirli” anlamına gelen “civilis” kelimesinden türetildiği bilinmektedir. Batı düşünce sistemindeki bu anlamı karşılamak üzere Osmanlı Türkçesinde medeniyet kelimesi kullanılmıştır. [1] Kök anlamı itibariyle medeniyet, şehirle alakalı olsa da farklı tanımları yapılan bir kavramdır. Bunlardan biri de gündelik dilde  kullanılan “başkalarına karşı görgülü davranma konusunda insana kendini kontrol etme yeteneği veren kural ve değerler bütünü” [2] tanımıdır. Bu  değerlere sahip olmaya medenîlik,  sahip olan kişiye de mecazî anlamda medenî denilmektedir.  Bu da “terbiyeli, görgülü, kibar, nazik” [3] insanı tanımlamaktadır.

Günümüzde  hiç şüphesiz bu niteliklere ve kişilik özelliklerine sahip insanlarımız mevcuttur ve  kibarlığı ve nezaketi ile  bilinmekte ve tanınmaktadır. Ancak bunun aksi davranışlarda bulunan insanlarımız da  söz konusudur. Zira toplum hayatında  yanındakileri rahatsız edecek şekilde sesli konuşan; diyalog yerine “ çift kişilik monoloğu” tercih eden; muhatabına hakaret eden ve  aşağılayan; sırasına riayet etmeyen, eski tabirle “kaynak yapan”  kişilerin mevcudiyeti de bir  olgudur. Bu nedenle  insan,  böyle davranış içinde olan  kişileri görünce “acaba  bu kişiler ne kadar medenî?  diye  sormadan da  edemiyor.

Yıllar önce  bir  televizyon   programı için gittiğim Ankara’da  merhum Prof. Dr. Hasan Onat,  program öncesi beni  rahmetli Prof. Dr. Türker Alkan’la tanıştırmıştı. Kısa süreli de olsa Türker Bey’le o televizyon binasında verimli bir sohbetimiz olmuştu. Türker Bey, bu sohbetimiz esnasında bize Türk milletinin modernleştiğini, fakat medenileşemediğini söyleyerek telefon örneğini vermişti. Ona göre “Telefona sahip olmak modernlikti, onu  kullanmayı bilmek ise medenîlikti.” Türk toplumu, modern bir araç olan telefona sahipti, ama onu nasıl kullanacağını bilmiyordu ve bu nedenle de yeterince  medenîleşememişti.   Hiç şüphesiz medenî olmak  bununla sınırlı olmamalı, başka yönleri ve  kuralları da olmalıydı, ama o sırada bunu  konuşacak  ve tartışacak vaktimiz yoktu.

Bu sohbetten kısa bir süre sonra resmî  bir toplantıda önemli bir kurumun  en üst yetkilisi konuşurken,  daha alt kademede  görev yapan bir zatın telefonunun çaldığına ve onun da telefonunu açarak sanki kendisi o toplantıda değilmiş gibi konuşmaya  başladığına şahit olmuştum. Yanında oturduğum için kendisini uyarmış, o da telefonunu kapatmak zorunda kalmıştı. İşte o zaman Türker Bey’in o konuşmasını hatırlamış ve “Türker Bey  haklı değil mi? diye  de içimden  geçirmiştim.

Daha sonra bu  konuyla da ilgilenmeye başladım ve gördüm ki, durum sanıldığından daha vahim. Çoğu insan, toplu ulaşım araçlarında, toplantılarda, hastane koridorlarında  ve sokaklarda velhasıl hayatın her alanında telefonunu ile  sesli konuşmaya  bayılıyor,  etrafındaki insanların   bu sesli konuşmadan rahatsız olduklarını/olacaklarını düşünmüyor, ya da düşünmek bile istemiyor.

Bundan daha da kötüsü  bu durumun ibadet  mekanlarında da aynen  devam  etmiş olmasıydı. Oran itibariyle gittikçe azaldığı müşahede edilse de bir çok kişinin, ibadet için geldiği camilerde telefonunu kapatmadığı veya sessize almadığı için namaz esnasında  telefonlarının  farklı melodilerle çaldığı ve  bundan da  cami cemaatinin  çok  rahatsız olduğu biliniyor.  Dolaysıyla bu durum, huşu içinde  kılınması gereken  namazın, huşudan uzak  bir  namaz haline  dönüşmesine sebep oluyor.   Ayrıca Cuma günlerinde imam hutbe okurken  bazı kişilerin telefonu ile meşgul olmaları ve cami adabına gereği gibi riayet etmeyişleri, cemaatin huzursuzluğunu daha çok artırıyor.   Bilindiği gibi  âdâb,  “Bir iş veya sanata ait özel kuralları, incelikleri, o konuda uyulması gerekli olan dinî, ahlâkî, meslekî esas ve hükümlerini” [4] tanımlamaktadır. Bu tanımlama ile  medenî kavramının tanımlanması  incelendiğinde her iki kavramın da  benzeşen yönlerinin bulunduğu  görülecektir.

Kur’an’da Hz. Peygamber’e gösterilmesi gereken  saygıyı ve edebi ifade eden ayette  şöyle dinilmektedir:

Ey Peygamber! Odaların arka tarafından sana seslenenlerin çoğu aklı ermeyen, cahil kimselerdir. Onlar sabretseler ve senin evden çıkıp yanlarına gelmeni bekleselerdi, kendileri için daha iyi olurdu.” [5]

Ayetin nüzul sebebinden Hz. Peygambere  seslenenlerin  bir  peygamber ile nasıl görüşülüp konuşulacağını bilmeyen bedevî Araplar olduğunu öğreniyoruz.  Anlatıldığına göre Temim Kabilesine mensup 70-80 kişilik bir  grup, Hz. Peygamber’le görüşmek ve bazı taleplerde bulunmak üzere Medine’ye gelir.  Peygamberimiz o esnada istirahate çekilmiş dinlenmektedir. Gelen grubun acelesi olacak ki içlerinden bazıları,  mescidin yanına bulunan Hz. Peygamber’e ait odaların  yanına gelerek “ Ey Muhammed! Çık  dışarı ”  diye bağırmaya başlar. Hatta onlardan biri “Ey Muhammed benim övdüğüm kimseler aziz, yerdiklerim de zelil olur” deme  saygısızlığını da  gösterir.  Bunun üzerine Peygamberimiz, “Ne oluyor sana! Böyle olan ancak Yüce  Allah’tır. Zira O’nun övdüğü aziz, yerdiği de zelil olur” diyerek  bu saygısızlığa  cevap verir. [6]

Hucurât suresinin sonunda yer alan ayetlerde Medineli olmayan bu kişilerin “A’râbî/”bedevî”  olarak tanımlanması ise akla medenî/şehirli  ve  bedevî  ayırımını getirmektedir. Temim kabilesine mensup bu kişilerin, bedevî olmaları  hasebiyle nezaketten, usul ve  adaptan uzak; cahil, görgüsüz, katı ve inatçı; sosyal hayatın gereklerinden habersiz, usul ve nizam tanımayan tutum ve davranış sahibi oldukları  anlaşılıyor. Bu nedenle  Hucurât suresinde yer alan  muhtevanın ahlaklı, edepli ve erdemli  insanlardan oluşan bir toplum inşa etme amacına yönelik olduğu ve  diğer  surelerdeki genel muhtevanın da  bu amaca katkı  sağladığı görülüyor.

Nitekim edeple ilgili  bu kuralların  bir kısmı, ahlakî  ilkelere  bağlı  olsa da,  bir kısmı da  toplumsal kurallara ve  maruf  olan örfe  bağlı bulunuyor. Zira toplumların da kendilerine özgü edep kuralları oluşturdukları biliniyor. Dolayısıyla  bazı âdâb kurallarında  dinîlik/ ahlakilik; bazı âdâb  kurallarında ise  örfün ve  etik değerlerin  yer aldığı  biliniyor. Bu nedenle kimi Müslümanın,  bilgisi ve  eğitimi ölçüsünde bu kurallara uymaya çalıştıkları,  dolayısıyla da  konuşmalarında edepli;  sosyal ilişkilerinde  ve davranışlarında kibar ve nazik olmaya, incitici ve kırıcı olmamaya; bağırıp çağırmadan, sözünü kesmeden  muhatabını dinlemeye ve   güzel konuşmaya    özen gösterdikleri ve çocuklarını da  bu konularda eğittikleri biliniyor.

Ne hazindir ki kimi Müslümanın da bu konuya  gereken önem vermediği, insanlara  nasıl davranacaklarını çocuklarına öğretmedikleri; ulaşım vasıtalarında yaşlılara, hastalara ve kadınlara yer vermeyen  küçüklerin bulunduğu bir ortama doğru toplumun  evrildiği görülüyor.   Bir zamanlar ailelerimiz ve hocalarımız, “Su küçüğün  söz büyüğün”  derler, bildikleri  kadarıyla edepten söz ederler, büyüklerimize ve yaşlılara  saygıda kusur etmememizi  tembihlerlerdi.  Şimdi ise toplum araçlarında kimi  babalar ve anneler, çocuklarını yanlarında oturtuyor, yaşlılara yer  vermesini evladına söylemiyor ya söyleyemiyor.  Dahası  otobüste yaşlıları döven  babalar bile  oluyor.

15 Aralık 2023’te  Mersin  Şehir Hastanesi’ne giden otobüste, Tarsus ilçesinde yetmiş yaşını aşmış kalp pili takılı olan, felçli olduğu için de vücudunun sağ kısmını tam olarak kullanamayan ve böbrek yetmezliği çeken hasta bir adamı ve eşini, oğlu ile birlikte döven bir  lise müdürünün  bu davranışı, saygısızlığın, görgüsüzlüğün, nezaket ve kibarlıktan yoksunluğun, kısaca medenî bir insan  olamamanın  en bariz örneği değil midir?

Bu nedenle Kur’an, bırakınız yaşlı bir insanı dövmeyi, her  Müslümandan  anne-babasına “öf” bile dememesini istiyor:

“Rabbin, kendisini gereği gibi tanıyıp yalnız O’na ibadet etmenizi, ana babaya iyilikte bulunmanızı emretmektedir. Eğer anan ya da baban veya her ikisi de yanında yaşlanacak olurlarsa, onlara “Öf” bile deme; onların hallerinden tiksinme, onları azarlama, güzel ve hoş sözler söyle.

Onlara sevgi ve şefkatle tevazu kanatlarını ger ve şöyle dua et: “Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl sevgi ve şefkatle besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece sevgi ve şefkatle muamele et.”

Rabbin ana babanıza hangi niyetle davrandığınızı [7] çok iyi bilir. Eğer iyi insanlar olup onlara iyi davranırsanız bilin ki, Allah (ana babaya karşı elde olmadan yaptığınız hatalardan) tevbe edenlerinizi bağışlar.” [8]

Söz konusu bu  ayetlerin delaletinden, sadece yaşlı anne-babaya değil, bütün yaşlılara da  saygı gösterilmesinin gerekliliği anlaşılıyor. Hz. Peygamber de yaşlılara gösterilmesi gereken  saygıyı  şu  sözleri ile ifade ediyor:

Yaşından dolayı ihtiyara hürmet eden her gence Allah, yaşlılığında kendisine hürmet/hizmet edecek kimseler müyesser kılar (nasip eder).” [9]

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” [10]

“Hz. Peygamber’e biat etmek üzere uzaktan  gelen bir adam: “Ben sana hicret üzere biat etmeye geldim. Fakat ağlayan iki yaşlı insanı geride bıraktım” dedi. Hz. Peygamber de ona  “dön o ikisini ağlattığın gibi güldür” dedi.” [11]  

Hem Kur’an’ın, hem de hicret ettiği şehrin  adını “Yesrib” den Medine’ye çeviren    Peygamberimizin bu tavsiyeleri, bize  nasıl bir insan  olmamız gerektiğini  öğretiyor ve medenî bir insanda olması gereken kişilik özelliklerinden  birine  de  dikkat çekiyor.

 


[1] M. Sait Yazıcıoğlu, Medeniyet Kavramı Üzerine Bazı Düşünceler, s.1, ticaret.edu.tr 2013/05.

[2] Tahsin Görgün, Medeniyet, TDVİA, 2003/298.

[3] Ferit Devellioğlu,  Osmanlıca-Türkçe Lügat,  Ankara 1970, s.713.

[4] Abdüaziz Bayındır, TDV İslam Ansiklopedisi,  Âdâb, İstanbul 1988, 1/334.

[5] Hucurât,49/4-5.

[6] Vâhidî, Esbab-ı Nüzul,  Kahire 1968, s.258-259;  İbn Kesir, Tefsir, Kahire, tarihsiz, 7/349.

[7] Lafzen, “İçinizdekileri.”

[8] İsra,17/23-25.

[9] Tirmizî, Birr, 75.

[10] Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66

[11] Ebû Davud, Cihad, 31

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya