LİYÂKAT SORUNUMUZA DAİR
MAKALE
Paylaş
22.12.2024 21:41
1.434 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Liyâkat, “lâyık ve yeterli olma” demektir. Kısaca talip olunan işi yapabilme yeteneğine, bilgisine ve tecrübesine sahip olmayı, ifade eder. Kur’an da görev verilecek kişilerde  liyâkat aranmasını, diğer bir deyişle “emanetin ehline verilmesini” emreder. Ancak  bir emir ve  bir  ilke olarak emanetin ehline verilmesi konusunda bir sorun olmasa da bu ilkenin uygulanmasında ciddî sorunların bulunduğu görülmektedir. Bunun da nedeni, iş kollarına ve mesleklere göre liyakat kriterlerinin tam olarak belirlenmemiş olması ve mevcut kriterlerin de gereği gibi uygulanamamasıdır. Dolayısıyla adaletten yoksun böyle bir  uygulama, haksızlıklara ve adaletsizliklere sebep olmaktadır.   Bu nedenle Allah Teâlâ’nın,,

“Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Elbette O, size ne güzel öğüt vermektedir. Hiç şüphe yok ki, Allah Semî’dir, Basîr’dir” [1] diyerek, Hz. Peygamber’i ve bütün Müslümanları, bu konuda da uyardığı ve  onlara emaneti  ehline vermelerini,  işlerinde  adil olmalarını da  emrettiği anlaşılıyor.  Bu ayetin nüzul sebebi de hem ilk  muhatapları, hem onlardan sonra gelen  bütün Müslümanlar için somut bir örnek teşkil ediyor:,

Hz. Peygamber, Mekke’yi fethedince Kâbe’nin anahtarını ister. Anahtar, Kâbe’nin mihmandarlığını yapan Osman bin Talha’dadır. Hz. Ali, ondan Kâbe’nin  anahtarını ister, fakat o vermek istemez,  ama Hz. Ali, ondan  anahtarı zorla  alır ve Kâbe’nin kapısını açar.   Hz. Peygamber, Kâbe’nin içine girer. İçerdeki putlar tek tek kırılır.  Daha sonra Hz. Peygamber,  iki rekat namaz kılar  ve  dışarı çıkar. Amcası Abbas,Hz. Peygamber’den  Kâbe’nin anahtarının  kendisine vermesini ister, fakat o esnada  “emanetin ehline verilmesini” emreden ayet nazil olur.  Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye  anahtarı  Osman b. Talha’ya  vermesini ve ondan özür dilemesini ister. Hz. Ali de anahtarı Osman b. Talha’ya verir.  Osman b. Talha, “Ey Ali!  Anahtarı benden zorla aldın ve bana eziyet ettin, şimdi de gelmiş rıfk ile geri veriyorsun, ne oldu da böyle yapıyorsun?” der. Hz. Ali de “Senin hakkında ayet indi” diye cevap verir.  Bu asil davranış üzerine Osman bin Talha, çok duygulanır ve Müslüman olur. [2]  Ancak bazı kaynaklarda Osman b. Talha’nın Mekke’nin fethinden önce Müslüman olduğuna  dair bir rivayete  yer  verildiği  de görülmektedir. [3]

Hz. Peygamber, bir konuşmasında “Emanet, zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin” der, bunun üzerine ona “Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?” diye bir  soru tevcih edilir.  O da “Görev, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle”  diye  cevap verir. [4] Bu hadisten emanet, ehline verilmediği zaman  toplumda düzenin  bozulacağı, huzurun kaybolacağı ve ahlâkî çürümenin başlayacağına dair  bize verilmiş önemli  bir  mesaj olduğunu anlaşılıyor.  Zira bir insanın ölümü,  nasıl onun kıyameti ise bir toplumun yok oluşu da, o toplumun kıyametidir. Nitekim Endülüs örneğinde olduğu gibi geçmişte yok olan toplumlar, bunun bir örneğidir. Bu gün de İslâm aleminin içinde bulunduğu ilmî, idarî ve iktisadî sorunlar, çaresizlikler ve acizlikler de toplumsal yok oluşa doğru bir gidişin olduğunu ve  bunun için de  kaygılanmamız  ve tedbir almamız gerektiği gösteriyor.

Bir  mübelliğ ve uygulayıcı bir  şahsiyet olarak Hz. Peygamber’in de  fert ve topluma hayat vermek  ve düzeni  sağlamak için  bütün işlerinde bu ilkeye sadık kaldığı ve  bize de örnek olduğu görülmektedir.  Mesela onun, hasta olan kişilere Müslüman olduğuna dair  kesin bir kanıt  bulunmayan, fakat iyi bir hekim olan  Hâris b. Kelede’ye gitmelerini  tavsiye etttiği;  Vedâ Haccı’nda  kalbinden rahatsızlanan Sa‘d b. Ebû Vakkas’ı tedavi etmesi için yine  Hâris b. Kelede’yi  çağırttığı ve  onu tedavi ettirdiği biliniyor.  Nitekim dinî kültürümüzde yer alan tedavi için hâzık doktora gidilmesi anlayışının da bu örnekten  esinlendiği anlaşılıyor.

Bu ayet ve hadis, atamalarda -imamlık gibi bazı istisnaî görevler hariç- inancı ve felsefî düşüncesi ne olursa olsun- işin ehli olan kişilerin tercih edilmesini emretmektedir.  Çok iyi biliniyor ki  her makamın veya iş konulun kendine  özgü  nitelikleri  bulunuyor.  Bu nedenle  makamlara ve  iş kollarına göre liyâkat kriterlerinin belirlenmesi gerekiyor. Zira liyâkat kriterleri belirlenmemiş atamalarda, çoğu zaman keyfilikler ve kayırmalar söz konusu olmakta; şekil doğruluğunu gösteren bazı uygulamalarla insanlar işe alınmakta; bu da işlerin aksamasına, zaman kaybına, israfa, verim ve kalite düşüklüğüne sebep olmaktadır.  Cenap Şahabettin, belki de bu nedenle “Yüksek tepelerde hem yılana, hem kuşa rastlanır; biri sürünerek diğeri uçarak yükselmiştir” vecizesini söyleme ihtiyacı hissetmiş ve  bize  de bir mesaj vermek istemiş olmalıdır.  Sadece yüksek makamlara değil,  her makama torpille, iltimasla, kayırma ile adam alma yerine;  yılmadan usanmadan çalışarak, çabalayarak, karşılaşılan bütün engelleri ve zorlukları  aşarak kendini yetiştiren liyâkatli kişilerin  atanması,  hem  adaletin, hem de toplam kaliteyi elde etmenin bir gereğidir.

Liyâkat kriterleri belirlenirken, sadece yeteneği, bilgi ve tecrübeyi gösteren  değerleri değil, aynı zamanda doğruluk, dürüstlük ve sadakati  de gözeten iş ahlakına dair  kriterlerin  de göz önünde  bulundurulması icap ediyor. Zira günümüzde göreve talip olan bazı kişilerde iş kalitesi olsa da, iş ahlakı söz konusu olmuyor;  bazı kişilerde iş ahlakı  oluyor,  fakat iş kalitesi olmuyor,  çok az kişide ise  hem iş kalitesi, hem de iş ahlakı bulunuyor.  Bu nedenle liyakat kavramının, hem iş kalitesine, hem de iş ahlakına sahip olmak şeklinde  tanımlanması icap ediyor.  Zira doğruluk, dürüstlük ve sadakat, bireysel hayat için gerekli olduğu kadar, iş hayatı ve devlet görevleri için  de önemli ve gerekli  oluyor. Bu nedenle bazı kişilerin, eşine, ailesine, çalıştığı kuruma ve devletine ihanet etmeleri, sadakatin önemini ve değerini, ihanetin ise kötülüğünü gösteren örnekler arasında yer alıyor. Dolayısıyla iş kalitesi için sadece liyakatli olmak yeterli olmuyor, aynı zamanda iş ahlakına da sahip olmak gerekiyor.  Zira bu niteliklere sahip olmak, kaliteyi ve başarıyı, noksanlığı ise kalitesizliği ve  başarısızlığı getiriyor.  Bu nedenle kurumlar ve devletler her zaman liyakatli ve ahlaklı insanlar sayesinde yücelmişler; liyakatsiz ve ahlaksız insanlar sebebiyle de yıkılmışlardır. Nitekim  kurumlaşarak  yaşayan  asırlık  özel sektör kurumları ile kurumlaşamadığı için bir iki nesil sonra yok olup giden  özel sektör kurumları  mukayese edildiğinde,  bu gerçek açıkça görülecek  ve  acı tablo    daha da belirgin hale gelecektir.  Bu nedenle liyâkat  ve iş ahlakı,  asla ihmal edilemeyecek  ilkeler arasında yer alır, önemini ve değerini  her zaman korur.


[1] Nisa,4/58.

[2] Vahidî, Esbâbu’n Nüzûl, Kahire 1968, s.104-105.

[3] İbn Kesir, Tefsir, Kahire tarisiz,2/299.

[4] Buharî İlim,2.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya