KUR’AN İSTİSMARI
MAKALE
Paylaş
05.01.2025 21:23
591 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

“Anlama”, insan  hayatındaki  en temel sorunlardan  biri  olma özelliğini hep korumuş ve korumaya da devam etmektedir.  Zira bir çok sebeple insan, duyduğunu ve okuduğunu ya anlayamamakta, ya da eksik veya yanlış anlamaktadır.  Bu olguyu, sosyal hayatımızda yaşadığımız kadar, Kur’an’ı anlama ve açıklama konusunda da yaşamaktayız.  Nitekim Kur’an’ı anlamada basit-yüzeysel, ideolojik ve metodolojik anlama olmak üzere üç farklı yönteminin oluşu ve buna bağlı olarak yaklaşık yirmiye yakın  farklı yönelişlerin  ortaya çıkışı, bunun bir göstergesidir. Bu nedenle bu konulara dair yazılmış pek çok eser bulunmaktadır. Bu eserlerden biri de tarafımdan yazılmış olan  “İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler”  kitabım ile müstakil makalelerden oluşan “Hayatın içinden Hayatla Birlikte Kur’an’ı Anlama (Sorunlar ve Yöntemler)” kitabımdır.

Bu kitaplarımı yazarken bir şeyin eksikliğini ve boşluğunu  hissetmiş fakat üzerinde pek durmamıştım. Zira eksikliğini hissettiğim konuda yapılmış derli toplu bir çalışmanın olmadığını görmüş ve bu amaçla ciddî bir çalışmanın yapılması gerektiğine kani olmuştum. Fakat birilerinin de bu konuda bir çalışma yapmasını arzu etmiştim.  Sözünü ettiğim konu, Kur’an’ın istismarı idi. Her ne kadar din istismarı ile ilgili bazı çalışmalar olsa da ilk defa  Kur’an istismarı ile ilgili bir çalışmayı, değerli meslekdaşım Prof. Dr. Talip Özdeş’in yaptığını öğrenmek, benim için bir mutluluk vesilesi oldu. Zira onun bu çalışmasını, bilim adına sevindirici bir gelişme olarak algıladım.  Sözünü ettiğim kitabın adı, “Kur’an İstismarı.”  Kitap, söz konusu boşluğu kendi çapında doldurmakta ve Kur’an’ı anlama ve yorumlama sorunlarına  farklı  bir bakış açısı ile önemli katkılar sunmaktadır. Nitekim arka kapak yazısında  kitabın yazılış amacı şöyle  açıklanmaktadır:

“Din, mezhep, etnik kimlik, kabile, partizanlık, cemaat ve tarikat üzerinden iktidar kavgalarına, tefrika ve çatışmalara, anarşi ve teröre mekân olan bir İslâm coğrafyasının içerisindeyiz. Şüphesiz bu tablonun İslâm ve Ortadoğu coğrafyası üzerine geliştirilen kolonyalist politikalarla ve stratejilerle bağlantılı olduğu bir vakıadır. Ancak söz konusu strateji ve politikaların İslâm coğrafyasında onları etkin kılacak dinî, kültürel, sosyal, iktisadi ve siyasi altyapılarının bulunduğu da bir gerçektir. Kendi dünyamızın zaaflarını görmeksizin problemlerin kaynağını sadece dış güçlere havale edip, günü kurtarmaya çalışarak bir yere varamayız.

Tarihte ve günümüzde çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu toplumlarda ortaya çıkan tefrika ve çatışma örnekleri dikkatle incelendiğinde, olayların odak noktasını din-siyaset ilişkisinde yaşanan tıkanmaların ve problemlerin oluşturduğu anlaşılmaktadır. İktidar ve hâkimiyet mücadelesinde ilkesizliğin, “gaye vasıtayı meşru kılar” zihniyetinin egemen olduğu birey merkezli, lidere mutlak itaati öne çıkaran dinî-siyasi oluşumlarda Kur’an başta olmak üzere dinin kaynakları da istismar konusu haline getirilmektedir. Bu bağlamda, Müslüman toplumların kendi içlerinde çözmeleri gereken derin problemleriyle yüzleşmeleri ve özeleştiri yapmaları gerekmektedir. “Kur’an İstismarı” başlıklı bu kitapla, Kur’an’ı ve dini doğru anlama noktasındaki problemlerimizle yüzleşmek amaçlanmıştır”.

İstismar, bilindiği gibi “iyi niyeti kötüye kullanma, sömürme” demektir. Kur’an’ın istismarı ise onu kendi zihniyeti, dünya görüşü, iktisadî ve siyasî çıkarları ve amaçları  doğrultusunda anlayıp yorumlamayı ifade etmektedir. Nitekim Sıffin Savaşında Amr b. Âs’ın önerisiyle mızrakların ucuna Kur’ân sayfalarının takılması ile ilk istismarın başladığı ve  bunu farklı  istismar türlerinin de  takip ettiği biliniyor. Talip Özdeş, kitabının ilk bölümünde yorum-istismar ilişkisine dair verdiği teorik bilgilerden sonra, ilâhî vahyin istismar edilmesi ve  siyaset- istismar ilişkisini  ele alıyor. Daha sonraki bölümlerde ise Emevî, Haricî, Şiîler, Selefîlik/Neo-Hâricîlik, bazı Cemaat-Tarikatler,  Ehl-i Kur’ân ve “Kur’an bize yeter” söylemlerine  ilişkin istismar örneklerine yer veriyor ve   Kur’an istismar ilişkisini de şöyle açıklıyor:

“Kur’an’ın en basit şekliyle birilerinin ellerinde bir ticaret metaına dönüştürülmesinden, ölülere “eski Yâsîn”-“yeni Yâsîn” (!) diye mezarlıklarda para karşılığı okunan bir kabristan kitabı haline getirilmesinden, büyü ve sihir için kullanılmasından tutunuz; siyasal ideolojiler, mezhepsel yaklaşımlar, iktidar ve çıkar mücadeleleri için araç haline getirilmesi de bu nokta ile yakından ilişkilidir. Kur’an metni günümüze kadar herhangi bir değişikliğe ve tahrife maruz kalmadan ulaşmış olmasına rağmen, zaman zaman bir şekilde araçsallaştırılmış, akla ziyan te’vil ve yorumlarla anlam düzeyinde gerçekleşen nice istismarlara ve tahrifata maruz kalmıştır. Onu istismar edenler, Kur’an’ı kendi anlayış, düşünce, ideoloji, mezhep ve politikaları doğrultusunda yorumlamaya yönelmiş, kendi söylemek istediklerini bir şekilde Kur’an’a söyletmeye çalışmışlardır.

Bu yapılırken Kur’an’ın bütünlüğü ve ilâhî vahyin gayeleri gözetilmemiş, Kur’an’a tamamen lafzî, yüzeysel ve parçacı yaklaşılarak âyetler ve Kur’ânî kavramlar bağlamlarından kopartılmıştır. Yine âyetlerin indirildiği tarihi zemin, olgu ve olaylarla olan canlı ilişkisi, indiriliş sebepleri ve hitap çevresi gibi durumlar devre dışı bırakılmıştır. Aynı şekilde Kur’an’ın kendisine vahyedildiği Allah Resûlü’nün indirilen âyetlere getirdiği sözlü ve fiili beyanları (sahih sünnet), Kur’an tebliğinin canlı muhatapları olarak ilâhî vahyin indiriliş sürecine şahit olan sahabenin âyetler hakkındaki açıklamaları ve uygulamaları ya göz ardı edilmiş ya da tahrif edilerek çarpıtılmıştır. Bu bağlamda gerekirse hadis veya rivayet uydurma yönüne de gidilmiştir.” [1]

“Kur’an’da Müslümanlardan ulü’l-emr’e itaat etmeleri istenirken, bu prensip yönetimin başında bulunan yetki sahiplerine ve idarecilere kayıtsız ve şartsız teslim olmak; yani mutlak itaat anlamında değildir. Daha önce de zikri geçen, içerisinde ulü’l-emr’e itaatin emredildiği âyet-i kerîme, söz konusu cemaat ve tarikatlar tarafından kendi dünyevî çıkarları ve siyasi hedefleri doğrultusunda istismar edilen âyetlerin başında gelmektedir. Kur’an’da insanlara hitap edilirken, onlardan Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri, atalarını, ruhbanlarını, hahamlarını, din adamlarını, âlimleri, lider konumunda olan kimseleri rab edinmemeleri, mutlak manada yalnız Allah’a teslim olmaları istenmektedir. Çünkü insanoğlu beşer sıfatı ile ilah ve rab olma makamında değildir. İslâm’a göre mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Yerde ve göklerde mutlak hüküm Allah’a aittir. İnsan sadece belirli bir süre için sahip olduğu mal ve yetkilerin, mevki ve makamların emanetçisi ve mutasarrıfı durumdadır; bunları nasıl tasarruf ettiğinden de sorumludur.

Yer ve göklerde mutlak egemenlik Allah’a ait olduğu halde, insanın mal, servet, mevki, makam, siyasi erk ve iktidardan sahip olduğu şeyler üzerindeki egemenliği izafidir. Mutlak itaat ancak Allah’a yapılır. İslâm, siyasi alanda insanı rab olarak gören, yönetim erkini sınırsız ve kontrolsüz olarak insanın eline veren, egemenliği siyasi yönetimin şahsında mutlaklaştıran her türlü liderlik anlayışına karşıdır. Mensupları ve müritleri tarafından “gavs”, “kâinat imamı”, “mehdi”, “velî”, “evliya” vb. hangi lakaplarla anılırlarsa anılsınlar, Allah’ın kitabında helal kıldığı bir şeyi haram kılmak; haram kıldığı bir şeyi de helal kılmak hiç kimsenin haddine değildir. Böyle bir şeye tevessül etmek, Kur’an’a göre Allah’tan başka kimselerin rab edinilmesi anlamına gelmekte olup açık bir şirk oluşturmaktadır. İnsanın insana mutlak itaati, sonuçta kibri, kontrolsüzlüğü, sorumsuzluğu, ceberrutluğu, insanın insana köleliğini ve istismarı getirir.” [2]

“Siyasallaşarak bir çıkar örgütüne ve holdinge dönüşen bu (Fetö) hareketin kendi mensuplarına ve halka yönelik sohbetlerinde Kur’an’a, sünnete, hadislere ve sahabe yaşantısına referans verilmesi, belirli bir cemaat veya tarikat öğretisi etrafında şekillenmektedir. Yapılan şey âyet ve hadislerin, sahabeden gelen rivayetlerin sahih-zayıf-uydurma ayrımı yapılmadan parçacı ve seçici bir yaklaşımla kendi bağlamlarından ve tarihi zemininden kopartılarak taraftar kazanmak için söz konusu cemaat ve tarikat öğretisi doğrultusunda çarpıtılarak yorumlanmasıdır. Öğreti ve uygulamaları meşrulaştırmaya yönelik bu yaklaşımda, Kur’ânî kavramlar da yapılan tahrifattan nasibini almaktadır. Örneğin Fethullah Gülen’in kendisinin Allah tarafından yüce ve kutsî bir iş için seçilmiş olduğu iddiası din istismarının en açık bir örneğidir. Allah’ın resul/nebi olmayan bir kimseyi seçerek ona ilâhî vahiy, kitap ve şeriat göndermesi söz konusu değildir.

Böyle bir iddia başta Kur’an’a ve sahih sünnete aykırıdır. Kur’an’a göre Hatemu’l-Enbiyâ (son peygamber) Hz. Muhammed’e Kur’an’ın indirilmesiyle artık vahiy süreci kıyamete kadar sona ermiş, din tamamlanmıştır. Allah Resûlü de her nefis ve peygamber gibi ruhu kabz edilerek ahirete intikal etmiştir. Birilerinin uyanık iken her istedikleri anda Hz. Peygamber’i gördükleri, ondan emir ve talimat aldıkları, meleklerle konuştukları, gaybı bildikleri, Levh-i Mahfûz’a muttali oldukları iddiaları Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e yapılan büyük bir iftiradır. Hz. Peygamber’in peygamberlik misyonu onun vefatı ile sona ermiştir.

Onun vefatından sonra tekrar Allah tarafından peygamberlik misyonu ile görevlendirilerek peygamberlikle ilgili birtakım tasarruflarda bulunduğu, birilerine talimatlar verdiği iddiasının Kur’ân ve sünnetten hiçbir dayanağı ve temeli yoktur. Bu tip iddialarla yapılmak istenen şey, birilerinin kendilerinin söylemek istedikleri şeyleri bir şekilde Kur’an’a veya Allah Resûlü’ne söylettirme çabalarıdır. Bunun için âyetler, hadisler ve Kur’ânî kavramlar mihverinden kaydırılarak çarpıtılmakta, zayıf veya uydurma rivâyetler hadis formunda devreye sokulmaktadır. Ne gariptir ki, bu senaryoda Hz. Peygamber’i gördüğünü, ondan talimatlar aldığını iddia eden şahsa görünüp vahiy getiren kimse vahiy meleği Cebrail (as) değil de Hz. Peygamber’in kendisi oluyor (!) Hz. Muhammed vefatından sonra ne zaman vahiy meleği Cebrail (as)’in misyonuna soyundu? Çok asılsız iddialar… Bu tıpkı günümüz Hıristiyanlığının ve teslis inancının mimarı Pavlus’un, Şam yolculuğu esnasında bir vizyon gördüğünü, bu vizyonda (Tanrı makamına yükseltilen) Îsâ (as)’ın onu İncil’i başkalarına tebliğ etmesi için kendisine vekaleten elçi (peygamber) atadığı (!) iddiasıyla çok benzeşiyor. Tesadüf mü? Benzer hezeyanlara diğer bazı tarikat yapılarında da şahit olmaktayız.” [3]

Kur’an istismarı ile ilgili  örnekler,  kitap da yeterli ölçüde mevcuttur…



[1] Talip Özdeş, Kur’an İstismarı,  Fecr Yayınları, Ankara 2024, s.20.

[2] Talip Özdeş, Kur’an İstismarı, s.78-79.

[3] Talip Özdeş, Kur’an İstismarı, s. 84-85.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya