Genelde toplumlar özelde Türkiye’de insanlar farklı sorunları(nı) dile getirmektedirler; fakat aynı toplumların kendi kaderlerini sahiplenmek konusunda hiçbir çaba göstermediklerini ve küresel dünyada kitselleş(tiril)meye razı olduklarını görmekteyiz.
Kanaatimizce önemli bir problem olan kitleselleşme, toplumdaki insanları birbirinden yalıtık, ilgisiz, bencilleşmiş, içine dönük, kamusal yükümlülükten uzak ve sadece kendisiyle ilgilenir hale getirme durumlarını içermektedir. Böyle bir insan profili, kamusal sorunlarla ilgilenmeyip, sadece kendisi ile ilgilidir. Böyle bir zihni yapının sonucunda, komşusunun sorunlarından bigane kalınır; ancak aynı sorunu kendi yaşadığında yalnız kalmak da onun kaderi haline gelir ve neticede insanların ilgisizliğinden yakınır.
Doğrusu Türkiye gibi Batı dışı coğrafyada yer alan ve kültürel gecikmeyle Batı’lı tecrübeleri yaşayan ülkelerde henüz geçmişte varolan geleneksel refleksler kaybolmadığı için giderek azalsa da tasvir edilen manzaranın dışında olan daha çok belli bir yaşın üzerinde insanlar vardır. Ancak yeni nesillerde bu kaybolmaktadır.
Batı’da modernite ile birlikte yaşanan Fransız İhtilali, Aydınlanma düşüncesi gibi devrim niteliğinde olan değişimler baş gösterdiğinde, ilk sosyologların da temel sorunu toplumlarda dinin bıraktığı boşlukta dayanışmanın nasıl sağlanacağı üzerine olmuştur. Emile Durkheim dayanışma duygusunu, kökeni toplumsal olsa yine dinde bulmuştur. Alexis De Toucqueville de “Amerika’da Demokrasi” isimli çalışmasında satıraralarında bireyselleşme ve bunun ardından gelen kitleselleşmeyi bir problem olarak incelemektedir.