Türkiye’de millet olarak kendimizi en iyi anlattığımız, gurur kaynağı bildiğimiz kurumlarımızdan biridir aile. Aile bizi biz yapan değerlerimizin ilk öğretildiği, aşılandığı temel ve doğal bir kurumdur. O yüzden aile yapımızın olduğu şekliyle muhafaza edilmesi bile bizim için bir milli beka meselesi olarak görülmüştür.
Aile diğer tüm sosyolojik kurumların temin edildiği, yeniden üretildiği bir yerdir. İlk din eğitimi, değerler eğitimi, devlet-millet ilişkisine dair ilk bilincin verildiği okul. Ama aynı zamanda anneli-babalı-kardeşli-akrabalı bir aile hayatı insanın kişisel-psikolojik gelişiminin de en sağlam teminatı. Aile yapısı çözüldüğünde bu eğitimlerin en büyük dayanağı da çözülmüş oluyor. Sonradan örgün eğitim kurumlarıyla bu eksiğin tamamlanması o kadar kolay olmuyor.
Daha önemlisi aile hayatı nüfus yapısının, yani nüfusun kendini yeniden üretmesinin teminatı. Türkiye’de çok çocuklu aile yapısıyla temin edilen genç nüfus yıllarca en büyük avantajımız olarak öğündüğümüz konulardan biri. Son yıllarda Türkiye bu konudaki avantajını hızla kaybetme noktasına gelmiş bulunuyor. O kadar ki, bu Türkiye için ciddi bir sorun haline gelmiş durumda.
Türkiye’de doğurganlık hızı 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2023 yılında 1,51’e gerileyerek nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldı. Bu neresinden bakarsanız aile hayatımız için ciddi bir tehlikeye işaret ediyor. Aynı zamanda Türkiye’nin son 23 yıl içinde birçok alanda kat etmiş olduğu büyük gelişmeler, kalkınmalara karşılık bu manzara büyük bir paradoksla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Aile hayatımızdaki bu gerileme 23 yıldır içine girmiş olduğumuz emsalsiz ve büyük hızdaki kalkınmanın bir bedeli midir?