Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi 86 yıllık bir aradan sonra muhteşem bir cemaatle, güzel bir Cuma namazı ile tekrar ibadete açılmış oldu. Türkiye’nin, hatta dünyanın her yanından insanların büyük bir huşu ve heyecanla doldurdukları meydanlar tarihi bir güne tanıklık etti. 86 yıllık esaretten kurtulan Ayasofya değil ona kavuşmaktan menolunan bu cemaatin kendisiydi. O yüzden cemaatin büyük bir hasretle kucaklamak üzere koştuğu Ayasofya bütün vakarıyla, sakinliğiyle, şahitliğiyle gelenleri hasretle karşılıyor gibiydi.
86 yıl, kaç nesil eder?
İnsanlık tarihinde çok uzun bir süre değil gerçi, Ayasofya’nın yaşı için de çok kısa bir süre sayılır. Ama işte, son yüzyıldır bu milletin şahsında bütün bir İslam aleminin düçar olduğu, her bir günü bir asır gibi uzayan bir çilenin zamanı. Bu uzun çilenin bütün ağırlığı Ayasofya’nın o yaşlı ama güçlü gövdesine yüklenmiş gibi. Ama sabırla, dirençle bu yükü taşıdı Ayasofya. Onu tanımayanların, onun mabet vasfını hiçe sayarak, onu ölü, geçmişte kalmış bir nesne gibi gezen turistlerin lakaytlığına, saygısızlığına katlandı yıllarca. Belki her ziyaret eden için değil ama çoğu gezginler için Ayasofya ölü bir mabetti. İşlevine kilit vurulmuş, diri diri tarihe gömülmüş bir mabet. Oysa Ayasofya, içinde Allah’a ibadet edilsin diye, Allah’ın anılsın diye inşa edilmişti. Onun varlığının mükemmelliği, özgürlüğü zikreden cemaatiyle buluştuğunda gerçekleşebilirdi ve elbette diri diri gömüldüğü hiçbir tarihe sığacak değildi.
Ayasofya kararı vesilesiyle Türkiye’nin ve Müslümanların dünyaya söyleyeceği çok şey var ama söylenecek şeylerin bir kısmı öncelikle sözümona Müslüman dünyaya söylenecektir demiştik.